BAİBÜ İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen “İnsan Olmaya Geldik: Dost ile Ettiğin Ahdi Unutma” programı Akşemseddin İslami İlimler Uygulama ve Araştırma Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Etkinliğe BAİBÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Samettin Gündüz, BAİBÜ Genel Sekreteri İhsan Ağcan, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilal Gökkır, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammed Güzel Kurtoğlu, Ziraat Fakültesi Dekanı Vahdettin Çiftçi, Bolu Eski Milletvekili Mustafa Yünlüoğlu, akademisyenler, idari personeller ve öğrenciler katıldı.
BAİBÜ İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bilal Gökkır’ın moderatörlüğünü yaptığı, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Necdet Yılmaz’ın konuşmacı olarak yer aldığı “İnsan Olmaya Geldik: Dost ile Ettiğin Ahdi Unutma” konferansı, Gökkır’ın konuşmacı Yılmaz’ın özgeçmişini okuması ve kendisini kürsüye davet etmesiyle başladı.
“İnsan Olmaya Geldik”
Kürsüye gelerek konuşmasına başlayan Doç. Dr. Necdet Yılmaz ilk defa Bolu’da bulunduğunu ifade ede buna vesile olanlara teşekkür etti. İnsanoğlunun var olduğundan bu yana nereden geldim? Niye geldim? Ben kimim? Nereye gideceğim? gibi sorulara cevap aradığını söyledi. Tasavvuf kültürümüzde, sûfîlerin bu sorulara “İnsan olmaya geldik” diyerek cevap verdiğini dile getiren Yılmaz, insan olmak ne demek? İnsan olmanın yolları ne? Biz zaten insan değil miyiz? gibi soruların ilk soruların peşi sıra geldiğini ancak bu tür sorulara verilebilen ortak bir cevabın olmadığını bu yüzden de sürekli bu tür sorulara cevap arandığını, bu programda ise tasavvufi açıdan bu sorulara cevap aramaya çalışacağını belirtti.
“Tasavvuf Gazali ile Gelişti ve Meşruiyet Kazandı”
Peygamberimizden sonra Müslümanlığın coğrafi olarak genişlediğini ve genişledikçe Müslümanların bu tür sorularla karşılaşıp cevap aradığını, cevap ararken toplulukların oluştuğunu ve bu sorulara cevap ararken çeşitli dini ilimlerin ortaya çıktığını ifade eden Yılmaz, Kelam, Fıkıh, Tasavvuf gibi ilimlerin bu tür sorulara cevap ararken geliştiğinden bahsetti. Tasavvuf ilminin Gazali ile geliştiğini ve meşruiyet kazandığını vurgulayan Yılmaz, tasavvufun şeriat ve hakikat kavramlarını kapsayan bir ilim olduğunun altını çizdi.
“Biz Bu Aleme Bir Yar İçin Ah Etmeye Geldik”
Yaradılışımızın bir gayesi olduğunu söyleyen Yılmaz, Allah-u Teala’nın bizden istediği ibadetlerin bir gayesinin olduğunu ve tasavvufun bu konularla ilgilendiğini dile getirdi. Bir sufinin “Biz bu aleme bir yar için ah etmeye geldik” dediğini aktaran Yılmaz, Cenab-ı Hakk’ın “Gizli bir hazineydim, bilinmek istedim” sözüyle ilgili olarak sûfîlerin marifet yoluyla Hakk’ın bilinebileceğini savunduğunu, marifet sahibi olmak için ise ibadet etmek ve ahlaklı olmak gerektiğini dile getirdi.
“Dost ile Ettiğin Ahdi Unutma”
Gazali’den sonra tasavvuf ilminin tarikatlar yoluyla yaygınlaştığını ifade eden Yılmaz, bu tarikatlardan birinin Celvetiyye tarikatı olduğunu ve bu tarikatı Aziz Mahmud Hüdayi’nin kurduğunu aktarırken “Dost ile Ettiğin Ahdi Unutma” sözünün Aziz Mahmud Hüdayi’ye ait olduğunu belirtti. Tasavvuf ilminin imamının Cüneyd-i Bağdadi olduğunu söyleyen Yılmaz, insanın ruh aleminde Allah’ı tanıdığını ve bedene bürünüp madde âlemine geldikten sonra da insanın amacının Allah’ı tanımak olduğunu söyledi. Allah’ın adlarından birinin Rab olduğunu ve Rab kelimesinin terbiye eden anlamını taşıdığı aktarılırken, insanın da terbiye olan anlamına geldiğine değindi. Mutasavvıfların bulundukları yöreye ve kültüre göre hareket ederek insanlara ulaşıp onları Allah’a yönlendirdiğini vurgulayan Yılmaz, bu sebeple tarikatların uygulamalarının farklılıklar gösterdiğinin altını çizdi.
“Tasavvuf Nefis Terbiyesi Yoludur”
Tarikatların izlediği yollar hakkında bilgi veren Yılmaz, bazı tarikatların ruh ile ilgilendiğini bazılarının da nefis ile ilgilendiğini dile getirdi. Rûhânî tarikatların zikir ve tesbihatı esas alarak ruhu kuvvetlendirme yolunu seçtiği belirtilirken, nefsânî tarikatların ise çeşitli yöntemlerle nefsi dizginleyip baskı altına almayı amaçladıkları dile getirildi. Böylelikle iki metotla da ruhun nefse galebe çalmasının amaçlandığı aktarıldı. Bu bağlamda terbiye sürecinde nefsin mertebelerinin de olduğunu belirten ve bunları ayrıntılı bir şekilde açıklayan Yılmaz, sûfîlerin bunları Kur’an ayetlerinden hareketle tespit ettiklerini söyledi. Nefis terbiyesi sürecinin “Emmâre, Levvâme, Mülheme, Mutmainne, Râziyye, Merzıyye ve Sâfiyye” şeklinde isimlendirilen yedi mertebeden oluştuğu ve kişinin bu mertebeleri sırasıyla geçerek tasavvufi terbiye gördüğü anlatıldı. Bu terbiye sürecinin nefsinin isteklerine kul olmuş kimseyi, gerçek anlamda ve sadece Allah’a kul kıldığı belirtildi. Son olarak Yılmaz, tasavvuf yolunun kişiyi, Allah’a kulluğu bir külfet/yük olarak görmekten çıkartarak itminana/huzura ermiş ve mutlak bir rıza hali içerisinde Rabb’e kulluk eden bir insana dönüştürmeyi amaçladığını vurguladı.
“Bela Gökten Yağmur Gibi Yağsa, Başını Ona Tutmaktır Aşk”
Allah’tan razı olmanın ve O’na mutlak anlamda teslimiyetin nefis mertebesinin en önemli amaçlarından olduğunu açıklarken “Bela gökten yağmur gibi yağsa, başını ona tutmaktır aşk” sözüyle insanın başına gelen her şeyin Allah’tan geldiğini, gelen bela bile olsa kabul etmenin tasavvuf yolunun esaslarından olduğunu aktaran Yılmaz, katılımcılara ve etkinliğin düzenlenmesinde katkısı olanlara teşekkür ederek sözlerini noktaladı.
Gökkır’dan Yılmaz’a Teşekkür Belgesi
Yılmaz’ın sözlerini noktalamasının ardından soru cevap kısmına geçildi. Soru cevap kısmının bitmesinin ardından Prof. Dr. Bilal Gökkır’ın, Doç. Dr. Necdet Yılmaz’a teşekkür belgesi vermesiyle program sona erdi.