Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi (BAİBÜ) Rektörlüğü, başta kıyısı olan ülkeler olmak üzere tüm dünyanın dikkatle takip ettiği Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve bunların Türkiye’ye etkilerinin ele alındığı önemli bir panel gerçekleştirdi.
Moderatörlüğünü Prof. Dr. Mehmet Dalar’ın yaptığı panele, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Ataman ve Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat konuşmacı olarak katıldı.
İzzet Baysal Kültür Merkezi Mavi Salonda düzenlenen panele; Bolu Valisi Ahmet Ümit, Bitlis Milletvekili Feyzi Berdibek, BAİBÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alişarlı, Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Rasim Özdemir, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Aydın Him ve Prof. Dr. Samettin Gündüz, Bolu Müftüsü Orhan Genç, Gençlik ve Spor İl Müdürü Şerafettin Çilkara, dekanlar, yüksekokul müdürleri, akademisyenler, idari personel, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla başlayan panelin açılış konuşmasını BAİBÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Alişarlı yaptı. Son günlerin sıcak gündemi Doğu Akdeniz’deki gelişmeler konusunda bizleri aydınlatacak çok kıymetli konukları ağırladıklarını vurgulayan Rektör Alişarlı, “Sayın Yalçın Topçu Beyefendiye, değerli hocalarım Muhittin Ataman ve Kemal İnat hocalarımıza ve panelde moderatörlük yapacak Mehmet Dalar hocamıza huzurlarınızda selamlarımı iletiyorum, kendilerine çok teşekkür ediyorum. Malum şu anda Akdeniz neredeyse kaynıyor, gündem çok hızlı bir şekilde oluşuyor. Kıymetli hocalarımız, çok önemli bu konuda bizleri aydınlatacaklar.” dedi.
Panelin moderatörlüğünü yapan BAİBÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Dalar, “Doğu Akdeniz, Türkiye’nin dış politikası açısından çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlamaya yönelik, kara sınırlarıyla çevirmeye yönelik adımlar atılmaktadır. Türkiye bu adımları boşa çıkarmak için, Libya’yla evinde anlaşma yapmıştır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz sınırlarını, uluslararası hukuk yönünden kesinleştirmeye dönük bir anlaşmadır bu. Bu anlaşma, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hem siyasi hem uluslararası hukuk yönünden var olduğunu göstermesi açısından çok önemli bir anlaşmadır.” diyerek, sözü konuşmacılara bıraktı.
“Hem Mavi Topraklarımızda Hem Kara Topraklarımızda Olacağız”
Panelde ilk konuşmayı, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu yaptı. Topçu, sözlerine “Oğuz Kaan’ın ‘Daha denize, daha ileriye’ diye bir sözü var. Bu hedefi binlerce yıl önce koymuş bizlere. Birileri, Türk’ün denizle olan irtibatını kesmek için önümüze 1. Dünya Savaşı sonrası, bizi Orta Anadolu’ya hapsedecek bir harita koymuş. Sarı saçlı, mavi gözlü, Selanikli Mustafa Kemal çıkmış. O haritayı yırtmış, atmış. Bir elimizi Karadeniz’e diğer elimizi Akdeniz’e Ege’ye ve Marmara’ya uzatmayı sağlamış tekrar. Bugün de Recep Tayyip Erdoğan, bizi denizden uzaklaştırmak isteyenlere ‘Dur’ dedi. Müslüman Türk’ün denizle buluşması, onun için bir mukaddes davadır. Bunun için 7 değil 77 düvel, bizimle alakalı istedikleri oyunun içinde olsunlar, biz hem mavi topraklarımızda olacağız hem kara topraklarımızda olacağız.” diyerek başladı.
“Kim Ne Yaparsa Yapsın Sahalarda da Olacağız, Masalarda da Olacağız”
Libya’da ne işimiz olduğunu soranlara cevap veren Topçu, özetle şunları söyledi:
“Kanuni Sultan Süleyman, Akdeniz’i Müslüman Türk gölü haline çeviren hakan. Mavi toprakları ve kara toprakları Ezan-ı Muhammediye ile ve hilallerin gölgesinde buluşturmuş. Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa, Amirali Turgut Reis, ne işimiz var dedikleri Trablusgarp Fatihi ve sonrasında Trablusgarp Beyi. Akdeniz’in incisi Kıbrıs ve Akdeniz Fatihi 2. Selim Han ve Kıbrıs’ın bizden olmasını sağlayan o günkü vezirimiz Sokullu Mehmet Paşa. O’nun Kıbrıs fethinde ordu komutanı Lala Mustafa Paşa ve Donanma Komutanı Piyale Paşa’ya ve onların kahraman askerlerine, ceddimize Rabbim rahmet etsin. Trablusgarp sokaklarında göğüs göğüse çarpışan, devlet kurup para basan Enver Paşa’ya, Trablusgarp sokaklarında çarpışma esnasında gözünden yaralanan, Cumhuriyetimizin Kurucusu, İstiklal Harbimizin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk istihbaratçısı Kurtçubaşı Eşref’e, sadakatin timsali Sudanlı Zenci Musa’ya ve Libya’da Müslüman Türk’ün sesini duyuran o günkü atalarımıza gani gani rahmet olsun. Hayatını Kıbrıs davasına adayan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Türk kökenli Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği Kurucusu Dr. Fazıl Küçük’e, Cumhuriyet dönemimizin ilk Hava Pilot şehidi Cengiz Topel’e, Kıbrıs Türk’ünün özgürlüğü için yaşamı boyunca mücadele eden, Türk Mukavemet Teşkilatı Kurucusu, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı ve bugün vefat yıldönümü olan, rahmet ve minnetle andığımız Rauf Denktaş, Türk’e de Rum’a da Ayşe’yi tatile çıkararak barış getiren, Türkiye Cumhuriyet Başbakanlarından rahmetli Bülent Ecevit’e, Başbakan Yardımcımız rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocaya ve o günün Beşparmak dağlarında destan yazan Mehmet’imize ve şehitlerimize şükran olsun, rahmet olsun, Allah onları cennet-i cemali ile mükafatlandırsın. Ne işimiz var oralarda diyorlar ya, bu saydığımız atalarımız bize hem mavi toprakları hem kara toprakları 450 yıl vatan yapmışlar. Bunun için buralarda işimiz var. O günlerde bunu onlarla yaptık bugün de Allah’a hamdolsun, seçilmiş Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la yapıyoruz. Kim ne yaparsa yapsın sahalarda da olacağız, masalarda da olacağız. Hiç kimse bunu engelleyemeyecek.”
“Türkiye Meşru Haklarından, Uluslararası Hukuktan Hakkını Alan Meşruiyetinden Asla Vazgeçmeyecek”
Yalçın Topçu, sözlerine özetle şöyle devam etti:
“Bugün Irak’ta, Suriye’de, Akdeniz’de uluslararası hukukun meşruiyetini alarak, istiklal ve istikbalimiz için, meşru haklarımızı sonuna kadar sahada ve masada savunan askerimize ve yöneticimize kolaylıklar diliyoruz. Doğu Akdeniz’de ve buraya kıyısı olan bazı ülkeler, ülkemizi çok yakından ilgilendiren küresel güç paydaşlarını da başrol oynadığı bir oyun içinde şu anda. Doğu Akdeniz meselesi, başta kıyısı olan ülkeler olmak üzere neredeyse tüm dünya devletleri tarafından takip edilmekte ve emperyal küresel güçlerin de iştahlarını kabartmakta. Çünkü Doğu Akdeniz’de çok zengin hidrokarbon yatakları ve doğalgaz rezervleri var. Emperyal güçler biliyoruz ki toprağın üstüyle ilgilenmezler. Onları katlederler. Onların bütün derdi yerin altıyla ilgilidir. Halbuki Müslüman Türk, tarihin her devrinde gittiği yerde yerin üstüyle ilgilenmiştir. Günümüzün sömürge ve derebeyi medeniyetinin temsilcileri, yine bu toprakların hem mavisinde hem karasında petrolün ve enerjinin peşindeler. Diyorlar ki ‘Türkiye sadece sahillerinde otursun, şezlonglarında yatsın, ama Akdeniz’deki bütün kaynakları bizim tasarrufumuza bıraksın.’ Bunlar, 15 Temmuz’da gördükleri gibi bir kez daha gördüler ki, Anadolu tabiriyle ‘Bu kına, o kına değil.’ Türkiye meşru haklarından, uluslararası hukuktan hakkını alan meşruiyetinden asla vazgeçmemekte, çünkü artık Türkiye’de eski Türkiye yok.
Türkiye her daim haklının yanında olmuştur. Mazlumun ve mağdurun yanında yer almıştır. Dünyanın merkezi olan Türkiye’nin, Türk Milletinin dostu olan, tarihe bakıldığında her daim kazanmıştır. Türkiye’nin dostluğundan herkese fayda vardır. Türkiye’nin olduğu sahalarda katliam, vahşet, jenosit asla olmamıştır. Türk’ün olduğu sahalarda savaşın bile bir ahlakı ve hukuku olmuştur. Tarih bunun ispatıdır. Yine Türkiye’nin yer aldığı masalarda, herkes için hak olmuştur, herkes için hukuk, barış ve adalet, herkes için uluslararası hukukun meşruiyeti ve üstünlüğü neyse o geçerli olmuştur. Çünkü Türkiye ve Türk halkı, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın BM’de dediği gibi inanıyor ki, Dünya 5’ten büyüktür.”
“Türkiye Bölgede Sadece Barış İstiyor”
“Akdeniz’e 1577 km uzunluğunda sınırı olan bir ülkeyi devre dışı bırakıp rüyalarında bile göremeyecekleri mavi topraklarda harita çizenler yanılıyorlar.” diyen Topçu, özetle şunları söyledi:
“Şimdi ellerini başlarının arasına alacaklar, onlar düşünecekler. Niye? Çünkü Türkiye’nin siyasi liderliği, bu konular gündemdeyken bütün dünyaya Sayın Cumhurbaşkanımız şunları söyledi: ‘Doğu Akdeniz’de ülkemiz aleyhine oluşturulan bölgesel ittifakların ve güç mücadelesinin sonucu, yakın geleceğimiz için hayati öneme sahiptir. Bu tablo karşısında elimiz bağlı duramayız. Kendi oyun planımızı gerçekleştirmeye ve hayata geçirmeye mecburuz.’ Bu sözleri, kararlı, haklı ve uluslararası hukuktan meşruiyetini alan duruşu ile yanlış hesap içinde olanların her birinin ellerini başının arasına alıp düşünmelerine vesile oldu. Libya için istenen, Libyalıların güvenli, adil, refah içinde bir Libya’da yaşamaları. Türkiye’nin istediği budur. Türkiye Arakan’da bunu istiyor, Doğu Türkistan’da, Keşmir’de, Karabağ’da, Şam’da, Bağdat’ta, Balkanlar’da bunu istiyor. Yerin üstünde yaşayanlar, mavi emzikli bebekler yukarıdan atılan bombalarla parça parça olmasın. Türkiye’nin istediği budur.
Türkiye, BM tarafından meşruluğu kabul edilen hükümetin davetini aldı, TBMM’ye getirdi. Sizin iradenizi temsil edenler dedi ki: ‘Evet, hükümetin, Libya’nın meşru hükümetinin bu davetine icabet etmesine karar veriyorum’ dedi ve Meclis onayladı. Yani bakın, Türkiye bu adımları atarken, bir, uluslararası meşruiyeti esas tutuyor. İki, diplomatik yolları esas tutuyor. Üç, muhataplarıyla mutlaka bir devlet aklı ve fikriyle görüşüyor ve neticesinde kendi milletinin iradesinin temsili olan Meclis’te irade beyanı alıyor. Bu anlamda askeri ve teknik varlığını sahada gösteriyor.”
“Türkiye Artık Doğu Akdeniz Merkezli Siyaset Üretiyor”
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Ataman ise, Doğu Akdeniz’de son dönemlerde çok ciddi gelişmeler yaşandığını vurgulayarak, “Türkiye’nin artık Doğu Akdeniz merkezli bir siyaset üretmeye başladığını görüyoruz. Doğu Akdeniz’de daha çok Kıbrıs merkezli bir siyaset üretmeye çalışıyorduk. Özellikle 1950’lerden sonra Kıbrıs’ta bağımsız bir devletin kurulmasından sonra bu siyaset söz konusuydu. Daha sonraları Türk-Yunan ilişkileri bağlamında daha çok Ege Denizi’nde karşımıza çıkan sorunlar vardı, bunları da ikili ilişkiler bağlamında, Akdeniz’i pek söz konusu yapmadan ele almaya çalışıyorduk. Nasıl oldu da biz Doğu Akdeniz siyaseti izlemeye başladık? Kıbrıs, bu siyasetin bir kısmı ama bana göre en önemli kısmı. Daha çok Ege’yle sınırlı olan Türk-Yunan ilişkilerinin, gerilimlerinin Akdeniz’e taşındığını görüyoruz. 20’nci yüzyılın sonunda AB’nin Kıbrıs Rum yönetimini sanki adanın tek temsilcisiymiş gibi AB’ye almasıyla birlikte çok ciddi krizler ortaya çıktı. AB’nin Kıbrıs Rum yönetimini ilk önce münhasır ekonomik bölge ilan ettiğini, bu bağlamda Lübnan’la, Suriye’yle, İsrail’le, Mısır’la ve Yunanistan’la ikili anlaşmalar yaptığını ve ardından çok uluslu petrol ve doğalgaz şirketlerine lisanslar vermeye başladığını görüyoruz. Türkiye buna mukabil önemli siyasetler geliştirdi.” dedi.
Doğu Akdeniz’in Kıbrıs özeline odaklanmaktan çıktığını anlatan Prof. Dr. Ataman, özetle şunları kaydetti:
“İşin içine İsrail, Mısır ve Yunanistan katıldığı bir bölgesel, ikili, üçlü ve daha sonra çoklu yapılar karşımıza çıktı. Bütün bunların amacı aslında Doğu Akdeniz’de uzun kıyılara sahip olan Türkiye’yi tecrit ederek bir şekilde denizden Türkiye’yi kuşatma siyaseti olarak ifade edilebilecek bir siyaset izlemeye başladılar. Bunun Türkiye açısından hem ekonomik anlamı hem güvenlik anlamı var. Ekonomik anlamı, 3.5 trilyon metreküp civarında şimdilik tahmin edilen bir doğalgaz rezervi var. Türkiye’nin aslında kendi kıta sahanlığında deniz altında bulunan yataklardan istifade edip etmeme haklarını tartışır hale geldik. Aslında bu sadece deniz altıyla değil deniz üstüyle de ilgili. Akdeniz’de bulunan çok kıymetli bir balık cinsi varmış, Mavi Tuna isminde. Bunun bir kotası var. Ne hikmetse bu uluslararası kurum, en uzun sınırlara sahip olan Türkiye için en az kotalardan birini tavsiye etmiş. Öte yandan deniz yetki alan belirlemesi söz konusu olmadığı için İtalyan balıkçılar bile Antalya açıklarına gelip bu Mavi Tuna başta olmak üzere pek çok balığı avlayıp götürdüklerini biliyoruz. Bütün bunların karşılığında sadece balıkçılık noktasında Türkiye’nin yılda 400 milyon dolar civarında bir ekonomik kayba uğradığını uzmanlar hesaplıyor.”
“Doğu Akdeniz’de Ekonomik Boyuttan Daha Önemli Güvenlik Boyutu Var”
“Bir de ekonomik boyutundan bence daha önemli olan bir güvenlik boyutu var. Kıbrıs adasının geleceği çok ciddi bir şekilde tartışılır hale geldi. Diğer yandan Yunanistan, hem bölgesel hem küresel aktörler ile ilişkilerini geliştirerek Türkiye’yi tecrit etmeye çalıştığını, denizlerden tamamen izole etmeye çalıştığını görüyoruz.” diyen Prof. Dr. Ataman, bu kapsamda 2011 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile yapılan iki önemli anlaşmanın ayrıntıları hakkında bilgi verdi.
Prof. Dr. Muhittin Ataman, sözlerini özetle şöyle sürdürdü:
“Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramları var. Yunanistan’ın, bu iki kavram üzerinden Türkiye’ye kabul ettirmeye çalıştığı bir Sevilla haritası var. Yani neredeyse Türkiye’nin Yunanistan’dan izin almadan Akdeniz’e açılamadığı bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Temel soru şu: acaba ana karalarda olduğu gibi adaların da kıta sahanlığı var mı? Münhasır ekonomik bölge ilan etme hakları var mı? Uluslararası Adalet Divanı yakın zamanda Romanya ve Ukrayna arasındaki bir sorunla ilgili verdiği bir karar var. Oy birliğiyle hiçbir şekilde bir adanın ana karanın önünü kapatma hakkına sahip olmadığı yönünde bir karar alındı. İşte bu yönde biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak 2019 yılının ikinci yarısında bütün devlet kurumlarının üzerinde hemfikir olduğu bir münhasır ekonomik bölge haritası kabul edip bunu BM’ye gönderdik. Bu haritanın gönderilmesinden yaklaşık 1 ay sonra Libya’daki meşru hükümet ile Türkiye Cumhuriyeti arasında çok önemli bir mutabakat muhtırası imzalandı. Bu haritada, E ve F noktası diye iki nokta vardır. Yapılan hesaplamalarda görüldü ki, bu iki nokta arasındaki coğrafyada Libya ile denizden komşuyuz ve bu denizdeki komşuluğumuz üzerinden de bir deniz yetki alanı anlaşması imzaladık. 2019 yılı Türkiye’nin bu konuda inisiyatif almaya başladığı bir yıl oldu.
Özel ilişkilere sahip olduğumuz Libya’yı bizim kaybetme lüksümüz yok. Eğer Doğu Akdeniz’de biz varlığımızı devam ettirmek istiyorsak Libya gibi ülkelerin sayısını da artırmamız lazım.
“2019 Yılında Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Büyük Deniz Tatbikatı Yapıldı”
Türkiye bu durumu son yıllarda attığı adımlarla geliştirmek istiyor. İlk defa ciddi bir şekilde deniz gücü olarak ortaya çıktığını ve denizlerdeki caydırıcı gücünü artırdığını düşünüyorum. 2019 yılının Şubat ayında Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük tatbikatı yapıldı. Mavi Vatan tatbikatı. Deniz, Hava ve Kara birliklerinin katıldığı ama ilk kez Deniz Kuvvetlerinin öncülüğünde ve ağırlıklı olarak denizlerde kullanılan silah ve mühimmatların test edildiği devasa bir askeri tatbikat gerçekleştirildi. Bu aslında tam olarak Türkiye’nin caydırıcı gücünü göstermeye yönelikti. Türkiye şu anda orta ölçekli de olsa savaş gemisi, inşa ediyor. Çok kısa sürede bir denizaltı suya indirildi. 6 tane daha yapım aşamasında. Türkiye artık kendi destroyerlerini ve benzeri deniz savaş araçlarını kendisi üretmeye başladı. Bir şekilde artık dışarıya mahkum olmadan kendi gemilerini yapar hale gelmiş olması özellikle savunma ve güvenlik tarihini çok derinden etkileyecek hamleler yaptı.”
“Türkiye Libya’da Aktif Bir Politikaya Yöneldi”
Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal İnat ise, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın ötesinde adımları olduğunu belirterek, “Hem kendisinin hapsedilmeye çalışıldığı bölgeleri aşacak şekilde, hakkı olan deniz yetki alanlarındaki haklarının altını çizen bir mutabakat imzaladı. Libya’yla bir güvenlik protokolü de imzaladı ve bu çerçevede Libya’ya asker gönderme kararı alıp gönderdi. Yani Libya’da aktif bir politikaya yöneldi. Ben bu adımların, doğru adımlar olduğunu düşünüyorum. Bir tercih değildi Türkiye açısından bu, bir zorunluluktu. Yani Doğu Akdeniz’de kendi hakkı olan deniz alanlarında, hakkını koruyabilmesi için atması gereken adımlardı. Türkiye’nin Suriye’de attığı adımlara benzer adımlar olduğunu düşünüyorum. Suriye’nin kuzeyinde önce Fırat Kalkanı, sonra Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları gerçekleştirildi. Orada da nasıl riskler varsa, Doğu Akdeniz’deki bu adımların da birtakım riskleri var. Ama riski üstlenmek zorundasınız. ABD, Irak işgalinde 4 bin 500 askerini kaybetti mesela. O yüzden ABD, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya risk alabiliyorsa bizim de almamız gerekiyor, çıkarlarımız doğrultusunda bunu yapmamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“Uluslararası ilişkiler maalesef hukuk değil, güç üzerinden şekilleniyor.” diyen Prof. Dr. İnat, “Türkiye’nin Libya’da yaptığı şey, uluslararası hukuk açısından baktığımızda diğer aktörlerin çoğundan çok daha meşruiyete sahip. Çünkü uluslararası camianın meşru gördüğü hükümetin daveti üzerine Türkiye oraya gidiyor. Hafter’e destek verenler böyle bir meşruiyete sahip değiller. Uluslararası hukuku ve diplomasiyi ön plana çıkarırken bir taraftan da sahada olmak zorundasınız. Son dönemde Türkiye’nin Libya’da atmış olduğu adımlar sonrasında nasıl oyuna dahil olduğunu görüyoruz. İtalya başbakanı gelecek şimdi. Bern’de yapılacak Libya Konferansı’nda Türkiye önemli bir aktör haline geldi. Ateşkesin kararlaştırılmasında Türkiye ve Rusya’nın rolünü hatırlayalım.” dedi.
“Türkiye, Doğu Akdeniz’de Aktif Aktörlerden Biridir”
Doğu Akdeniz’de ispatlanmış ciddi enerji kaynaklarının olduğunu anlatan Prof. Dr. İnat, “Ama aynı zamanda gündemi daha fazla meşgul eden Libya, dünyadaki toplam petrol rezervlerinin yüzde 4,5’ine sahip. Aynı zamanda 1,5 trilyon metreküp doğalgaz rezervlerine sahip. Akdeniz’in de doğusundaki deniz tabanında aslında Muhittin hocanın belirttiği 3,5 trilyon metreküp civarında ispatlanmış doğalgaz rezervlerinden bahsediyoruz. Girit Adasının doğusundaki alanda daha büyük enerji kaynakları olduğu tahmin ediliyor. Enerji dünya politikasında çok önemli, Doğu Akdeniz’de bu açıdan çok önemli. Doğu Akdeniz aynı zamanda önemli geçiş yolları üzerinde bulunuyor. Ortadoğu’nun kapısı aslında. Doğu Akdeniz’e hakim olduğunuzda güçlü bir bölgesel aktörseniz Ortadoğu’da istediğiniz her operasyonu yapabilirsiniz.” diye konuştu.
Prof. Dr. Kemal İnat, konuşmasının sonunda özetle şunları kaydetti:
“Bu güç mücadelesinde konu olan, pasif olan aktörler var; bir de aktif aktörler var. Pasif aktörler neler dersek; Doğu Akdeniz’deki deniz alanları, özellikle enerji kaynaklarına sahip olan deniz alanları, Libya, maalesef Libya bugün bir aktör olmaktan çıktı, sadece başka aktörlerin güç mücadelesinin alanı haline gelmiş durumda. Hani meşhur bir söz var: ‘Ortadoğu’da davetliler listesinde değilseniz, dikkat edin menüde olabilirsiniz’ diye. Libya, bu açıdan baktığımızda menüde. Kıbrıs adası. Kıbrıs’ta Türkiye’nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Kıbrıs adası bir bütün olarak güç mücadelesinin bir parçası. Lübnan ve Suriye de aynı şekilde, aktör olmaktan ziyade mücadelenin bir şekilde yapıldığı alanlar, pasif aktörler diyebiliriz. Mısır üzerinde de ciddi bir güç mücadelesi olduğunu hatırlayalım. Aktif aktörler kimler derseniz; başta ABD olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Rusya hepsi Mısır’da kendi nüfuz alanını oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’nin eğer son dönemde atmış olduğu adımlar olmasaydı, ayakta kalma konusunda bu kadar dirayetli davranmasaydı aynı şekilde biz de başka ülkelerin mücadele alanı olarak pasif oyuncu haline dönebilirdik. Ama Türkiye bu dirayetli adımları ile bölgede aktif aktörlerden biridir.”
Soru-cevap bölümünün ardından Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yalçın Topçu, Prof. Dr. Muhittin Ataman, Prof. Dr. Kemal İnat ve Prof. Dr. Mehmet Dalar’a, Rektör Prof. Dr. Mustafa Alişarlı ve Milletvekili Feyzi Berdibek tarafından teşekkür plaketi takdimi yapıldı. Panel, hatıra fotoğrafı çekilmesinin ardından sona erdi.