Balkanlar’daki Atalarımızın Çanakkale’deki Kahramanlıkları Anlatıldı

    Topyekûn bir milletin inanç, azim ve kahramanlığıyla örülüp, vatanın ve mazlum coğrafyaların kaderini değiştirmiş, dahice kurgusuyla askeri ve siyasi destan niteliği kazanmış Çanakkale Zaferi’nin 107’inci yıldönümünde Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta, Balkanlardan Anadolu’ya gelip, başta Çanakkale olmak üzere cepheden cepheye koşmuş atalarımızın yürek burkan hikayeleri ve kahramanlıkları anlatıldı.

    Üniversitemiz Rektörlüğü’nce, 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü etkinliği düzenlendi. İzzet Baysal Kültür Merkezi Mavi Salondaki etkinlikte, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş, “Bir Hilâl Uğruna Balkandan Anadolu’ya Yaşanmış Hikayeler” başlıklı konferans verdi. Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla başlayan etkinliğe; Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kamil Gürel, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

    Konferansta, kendi ifadesiyle “Balkanların unutulmuş Seyit Onbaşıları”nı anlatan Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş, 2013-2016 yılları arasında, Makedonya’nın başkenti Üsküp’te ve Kalkandelen’de Türkoloji dersleri vermek üzere görevlendirildiğini kaydederek, “Burada, ders dışındaki zamanlarda aciliyeti olan konulara eğilmeye karar verdik. Bunlardan biri bölgedeki mezar taşlarıydı. Mezar taşları, bırakın her birinin bir sanat eseri olmasını, o bölgedeki insanlar için bir tapu değerindedir. Burada “Bir Medeniyetin Sessiz Bekçileri” kitabını derledik. Osmanlı çekildikten sonra kimsenin yüzüne bakmadığı mezar taşları. Her gün birkaçı yok oluyor maalesef. Devlet eliyle bilinçli yok edilen 400 yıllık, 500 yıllık mezar taşları var. Rodopların güneyindeki mezar taşları Yunanistan, kuzeyindeki mezar taşları Bulgaristan tarafından yok edilmiştir. Makedonya’da dağlık köylerde mezar taşları araştırması yapıyoruz. Tabii unutulmuş, Osmanlı zamanındaki mezarlıklar değişmiş. Bazı yaşlılara köyde Osmanlı mezarları olup olmadığını soruyoruz. Bazıları olduğunu söyleyip bizi oraya götürüyor. Ama bazıları, Osmanlı gideli 100 yıl olmuş; ben burada mezar taşı görmedim diyor. Ama aslında var, biz sonradan bulduk bunları.” diye konuştu.

    Doç. Dr. Karakuş: “Balkanlar’da Sözlü Tarih Derlemesi Yapılmadı.”

    Bölgedeki insanların ilginç anıları olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Karakuş, “Kimileri hikayelerini anlatıyor. Diyorlar ki, ‘Benim dedem Çanakkale’ye gitmiş, köyde birçok kişi var Çanakkale’ye giden.’ Ancak bu anıları bir kişi bile gelip derlemedi bugüne kadar. Sözlü tarih derlemesi yapmadı. Çanakkale savaşlarına katılan neslin çoğu, 1950-1960 yılları arasında vefat etmişler. Eğer 1950’lerde bir sözlü tarih derlemesi yapılsaydı Balkanlar’da, Çanakkale’ye gidenlerin hikayeleri diye, onların söylediğini tekrarlıyorum, 20-30 cilt kitap çıkardı. Bu hikayelerin çoğu maalesef bugün kaybolmuş ve unutulmuş durumda.” dedi.

    “Mehmetçik’in ‘Onlar İnsan Sayılmaz’ Diyenlere, İnsanlık Dersi Verdiği Bir Savaştır Çanakkale.”

    “Çanakkale Savaşlarının en büyük nedenlerinden birinin, payitahtın ele geçirilmesi ve boğazı sıkılan bir devletin ve onun fertlerinin, Anadolu’dan Hazar Denizi’nin ötesine sürülmesi meselesidir.” diyen Doç. Dr. Karakuş, özetle şunları anlattı:

    “Balkanlıların anıları genellikle Bolayır bölgesinde geçmekte. Gazi Mustafa Kemal’in görev yaptığı alanlardalar aynı zamanda. İhtiyat taburu olarak bekleyip, daha sonra ileriye sürüldükleri noktasında anlatımları var. Dimetoka’dan gelenler var ve anılarında Kumkale var. Bir de Dardanos koyu var. Dardanos taburları bölgesinden yine çok bahsediliyor. En kuzeyden, en güneyine kadar Balkanlardan Çanakkale Savaşlarına katılanların anılarını içeriyor bu bölge. Metrekareye 6000 merminin düştüğü bir savaştan bahsediyoruz. Mehmetçik’in ‘Onlar insan sayılmaz diyenlere, insanlık dersi verdiği bir savaştır.’ Çanakkale. Tabii ki kadınlarımız, mübarek ayaklarının altına cennet serilen kadınlarımız, analarımız, birçok kadının o bölgede şehit olduğunu, hatta savaşa gitmek için kılık değiştirdiklerini de biliyoruz. Bütün bunlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söz ettiği yüksek ruhun birer göstergesidir.”

    “Balkanların İsminin ve Sınırlarının Belirlenmesinde Türklerin Etkisi Vardır. Tarihi, Bizsiz İncelenemez Bir Coğrafyadır.”

    Balkan ifadesi ve yörenin tarihi hakkında ayrıntılı bilgi vererek konuşmasını sürdüren Doç. Dr. Karakuş, “Balkan, Osmanlı öncesi Türk varlığına uzanan bir ifadedir. Uluslararası arenada da bu bölge, Balkan bölgesi olarak isimlendiriliyor. İsmini Türklerin verdiği bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu benim için, o bölgeyi bana yaklaştıran bir ifadedir. Osmanlı’dan çok çok önce o bölgeye gelmiş olan farklı Türk grupları var; Hunlar, İskitler, Peçenekler, Oğuz, Kuman, Kıpçak, Avarlar var. Bunların bölgeye bıraktığı Balkan ismi ve bölgesi bizim için çok önemlidir. Türkiye’de sadece Trakya bölgesini değil, Bursa’yı, Sakarya’yı, Çanakkale’yi, Düzce’ye kadar olan bölgeyi, Balkan kültüründen ayrı sayamazsınız. Hatta Bolu’da bile, yakınlardaki köylerimizin Balkan kökenli olduğunu biliyoruz. Balkanların isimlendirilmesinde de, sınırlarının belirlenmesinde de Türklerin, Türk kültürünün etkisi vardır. Bu yüzden Balkanlar’dan Çanakkale’ye gelenler derken, yabancı bir bölgeden bahsetmiyoruz aslında. Ne kadar içimizden bir coğrafyadan bahsettiğimizi anlatmaya çalışıyorum. Balkanlar’ın Osmanlı öncesi varlığı, esas itibariyle kan ve gözyaşıdır. Mezhep çatışması görürsünüz. 14 ve 19’uncu yüzyıllar arası Osmanlı dönemi, Osmanlı Barışı ya da Türk Barışı dönemi olarak adlandırılır. Yani Balkanlar dediğimizde, tarihini bizsiz inceleyemedikleri bir coğrafyadan bahsediyoruz aslında. Bu insanlar Çanakkale’ye geldi ama hangi ruhla, hangi medeni birikimle geldi? Bunu anlamaya çalışmak lazım.” ifadelerini kullandı.

    Osmanlı’dan Önceki Dönemde Balkanlar’daki İslâmi Hareketlenmenin Öncülerinden Sarı Saltuk’un Bölgedeki İzleri Anlatıldı 

    Osmanlı’nın Balkanlar’a gitmesinden 150-200 yıl kadar önce Balkan topraklarında, İslâmi bir hareketlenme olduğuna işaret eden Doç. Dr. Karakuş, “Bu döneme Alperenler dönemi, hazırlık dönemi veya Sarı Saltuk dönemi denebilir. Sarı Saltuk’un Osmanlı’dan önce o bölgeye giderek, çok ciddi faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz. Birçok yerde Sarı Saltuk’un makamı var. Türbesi İznik’tedir. Kırklareli’nin Babaeski ilçesinin en güzel tepesinde Sarı Saltuk’un makamı vardı ama yıkıldı. Çanakkale savaşlarına pek çok insanın katıldığı Gora bölgesinde, Dragaş dediğimiz bölgede küçücük bir alanda 6 tane Sarı Saltuk makamı var.” diyerek, Balkanlar’daki Sarı Saltuk makamlarını ayrıntılı şekilde anlattı.

    “Balkanlar’daki Türk Eserlerinin Sadece Yüzde 2’si Ayakta.”

    Balkanlar’daki Türk eserlerinin yüzde 98’inin yıkılmış olduğunu kaydeden Doç. Dr. Karakuş, özetle “Prof. Dr. Machiel Kiel, kendisini, Balkanlar’daki Türk eserlerine adamış bir akademisyendir. Balkanlar’daki Türk eserlerine müthiş bir merakı vardır. Şöyle bir ifadesi vardır: “Medeniyet insanlar için eserler üretmekse, Türkler Balkanlar’a gelmeden önce, insanlar için yapılmış olan bir tane eser aradım.” diyor; medeniyet adına, insanlara hizmet olsun diye. “Hâlâ da arıyorum, bulamadım.” diyor. ‘Ama Türkler Balkanlar’a geldikten sonra gerek vakıflar eliyle, gerek devlet eliyle o kadar çok bina yapıldı ki’ diyor, binlerce. ‘Ama Türkler gittikten sonra bizler, bu binaların yıkılması yarışına girdik’ diyor. ‘O kadar çok bina yıktık ki, Türklerin yaptığı bütün eserlerin yüzde 98’ini yıktık.’ Böyle diyor. Geriye kalan yüzde 2 ayakta. Yani şu anda Balkan şehirlerine gittiğinizde gördüğünüz eserler, toplamda yapılan eserlerin yüzde 2’sidir. Yüzde 2’lik kısmı araştırmak ise, Semavi Eyice gibi birçok değerli araştırmacının ömrünü yedi. Birçok genç araştırmacı halen çalışmalar yapıyor bunlarla ilgili. Yüzde 98 ayakta olsa ne yapardık bilemiyorum. O bölgede kurulan medeniyetin boyutunu düşünün.” şeklinde konuştu.

    “Abdülmuttalip Amca, Türkiye’yi Seviyor Musun? Diye Sorduğumuzda, Hemen Gözlerinden Yaşlar Süzülürdü.”

    “Bu medeniyet Balkanlar’da nasıl bir insan yapısı bıraktı?” diye soran Doç. Dr. Karakuş, özetle şu cevabı verdi:

    “Makedonya’nın başkenti Üsküp’e 16 km uzaklıktaki Batinca köyünden bir amca, Abdülmuttalip Amca. Yemen’e giden dedesinin mezarını her gün ziyaret ederek dualar okuyor ve onunla gurur duyuyordu. 100 yıl olmuş ama bir kişi bile gidip bu insanları tebrik etmemiş. Ama bu insanlar imanlarını, inançlarını, Türkiye’ye olan sevgilerini, kalplerinde çok değerli bir inci tanesi gibi saklamışlar. Abdülmuttalip amca sadece bir soruya ağlardı. ‘Abdülmuttalip amca, Türkiye’yi seviyor musun?’ diye sorduğumuzda, hemen gözlerinden yaşlar süzülürdü. Hanımının da Türkiye sevgisi bambaşkaydı. Sadece bu insanları anlasanız, o insanların Çanakkale’ye neden koşarak geldiklerini anlarsınız. İkisi de rahmetli oldu şimdi. Bundan 40-50 yıl önce Türkçe konuşulan köy, şu anda tamamen Arnavutça’ya dönmüş durumda. Hanımı, bir Türk ziyarete geldiğinde, ‘Elhamdülilllah Türkçe konuşacağız’ diye dua ederdi. Rahmetli olduktan sonra Elçilikten birkaç kişiyle taziyeye gittiğimizde, Abdülmuttalip amca ‘Nerede kaldınız? Hep kapılara bakarak sizleri bekledi.’ dedi. Biz onları 100 yıl görmesek bile, onları Çanakkale’ye getiren de işte bu ruhtu. Bu bölgelerin tamamından Çanakkale’ye akın olmuştur, savaş yıllarında. Ömer Seyfettin’in Balkan Harbi Hatıraları diye müthiş bir anı kitabı vardır. Gün gün yaşanan acıları kaleme almıştır, okumanızı tavsiye ederim. Birçoğu gönüllü, birçoğu kaçak, 3 aylık bebeklerini geride bırakarak Çanakkale’ye gelenler var. Gora bölgesinden biraz önce belirttiğim gibi çok insan katılmıştır Çanakkale savaşlarına. Gora Şar dağlarının tepesinde bu alanda ‘Çanakkale Yolu’ yazıyor. Taşların dibindeki yoldan, hanımefendiler eşlerini yaya olarak Çanakkale’ye savaşa yollamışlar ve onlar geri gelecek diye 7 yıl, 8 yıl bu taşların dibinde beklemişler. O kadar acı hikayeler var ki Balkanlar’da da, aynı Anadolu’da olduğu gibi.”

    “Bu İnsanların Çanakkale’ye Gelmesine Şaşılır Mı?”

    Doç. Dr. Karakuş, sözlerine özetle şöyle devam etti:

    “Prizren, Gora’nın hemen düzlüğündeki yer; Kosova’nın kültür başkenti. Prizren, Osmanlı döneminde ‘Şairler Memleketi’ olarak biliniyor. Prizrenliler kendilerine ‘Kasabalıyız biz’ diyorlar. Prizren’e ‘Türkçe’nin Balkanlar’daki Başkenti’ lakabını bile takmışlar. Hâlâ gittiğinizde Prizren’de, Osmanlı mimarisini görürsünüz. Edebiyat capcanlıdır. Sultan Murat’ın şehadetinin aşkına oralarda Türkçe ve Türk kültürü, capcanlı vaziyette durmaktadır. Prizren’de birisine ‘Türkçe’yi nereden biliyorsun?’ diye sor. Cevabı bellidir. “Ben kasabalıyım, Türkçe bilmem mi? Ben dağlı mıyım?” der. Yani kasabalı insan Türkçe bilir. Bu insanların Çanakkale’ye gelmesine şaşılır mı? Şaşılmaz. Sancak bölgesi vardır. Bugün yarısı Sırbıstan’da, yarısı Karadağ’da kalır. Sancak bölgesinde daha çok Çanakkale kahramanı Boşnak kardeşlerimiz vardır. Gazi Ahmet Hamzagiç, 13 bin kişi getiriyor Çanakkale’ye. Bunlara curumliye deniyor. Curumli, Boşnakça’da gönüllü demek. Bizim önemli bir hatamız var. Çanakkale’ye Balkanlar’ın her yerinden gelenler olduğu halde, biz Çanakkale’ye gittiğimiz zaman bazı şehitliklerde birkaç taş görürüz sadece. Birinde Üsküp yazar, birinde Saraybosna yazar. Binlerce kişinin ismini buraya nasıl sığdırdık! Bakın sadece Sancak bölgesinden 13 bin kişi gelmiş. Bu insanların yarıya yakını şehit düşmüş, yarıya yakını gazi olmuş. Kimisi ayaklarını, kimisin gözlerini bırakmış bu topraklarda. Kimisi yediği kurşunla ömür boyu yaşamış.”

    “Gazi Şerif Aga, Bir Ayağı Çanakkale’de, Vücudu Batinca’da, Yüreği Türkiye’de Vefat Etti.”

    Balkanlar’dan Çanakkale’ye gelen kahraman atalarımızın yürek burkan hikayelerinden örnekler veren Doç. Dr. Karakuş, özetle “Üsküp’e çok yakın Saray bölgesinin arka tarafındaki Gırçes köyüne selam verip girdim. Sadece bir köyden Çanakkale’ye giden 42 kişinin isimleri verildi bana. Üsküp’ün 15 km uzağında Karşıyaka bölgesinde, özbeöz Türkçe’dir bu kelime, adeta Çanakkale’ye insan yetiştirme ocağı olarak çalışmış bir bölgeden bahsediyoruz. Şu anda bile oralara çok rahat ‘Selamünaleyküm’ diyerek gidip çalışmalarınızı yapabilirsiniz. Buradaki tüm köylerden Çanakkale’ye gidenler var. Ama hepsi bir dert yanıyor: ‘Kimse gelip benim hikayemi dinlemedi, unutuldu gitti Çanakkale.’ diye. Oysa bu sözlü kültür derlemeleri çok önemlidir. Üsküp’e çok yakın Aşağı Koliçan Köyü var. Gazi Şerif Aga. Bir ayağını Çanakkale’de bırakmış gelmiş. Bir ayağı Çanakkale’de, vücudu Batinca’da, yüreği Türkiye’de vefat etmiş. Siyah bir taş var başında. Bu Çanakkale kahramının mezar yazısı bile yok maalesef. Batincalı Gazi Hüseyin Çavuş, 4 kardeşiyle birlikte Çanakkale’ye gidiyor. İkisinin hangi cephede şehit düştüğü bilinmiyor. İkisi dönüyor. 1970’lerde vefat ediyor. Mezar taşını bulamadık maalesef. Kalkandelenli Mürtezan Mürtezan çok etkileyici bir gazi. Tam bir pehlivan imiş. Çocukları ve torunları onunla çok övünüyor. Torunları O’na ‘Ata’ diye hitap ediyor. Cepheden cepheye gidip savaşmış. Ciğerlerinden rahatsızlanmış, iyileşir iyleşmez Çanakkale’ye gönüllü olarak gitmiş. Şu anda 107 km olan Kalkandelen-Prizren arasını yayan gidiyor. Torunları, ‘Otobüse biner misin?’ diye soruyorlar. ‘Şuradan şuraya otobüse mi binilir?’ diye cevap veriyor. Bu karakterde insanlardan bahsediyoruz. Mesafe algıları bile böyleydi. Vücut güçleri farklıydı. İyice yaşlandığında ‘Yatın! Kalkın! İleri! Kurşunlar üzerimizden geçiyor’ diye sayıklarmış. O kadar etkilenmiş ki hayatının bu döneminden, sürekli bunları tekrar edermiş. Çok tekrar ettiği bir cümle de, ‘Çook ölü gördük, çook’ imiş. Torunları bu cümleyi sürekli tekrar ederdi diyorlar. Büyük düşman gemilerine de ‘yarım dünya’ adını verirmiş. Yarım dünyalarla savaştık dermiş. Seyit Onbaşı’yı sorarlarmış, ‘Gördün mü?’ diye; ‘Gördüm gördüm ama O benden daha yiğitti. Ben O’nun kadar yiğit olamam.’ diye cevap verirmiş torunlarına. 1961’de 94 yaşında vefat ediyor. ‘Ata, mecbur değildin, ne için gittin Çanakkale’ye?’ diye sorarlarmış. ‘Bir gün Osmanlı bu topraklara yeniden gelecektir oğlum. Onlar bir gün bu topraklara geldiğinde, ‘Ben zor durumdayken neredeydin?’ diye sorarlarsa, ne diyeceğiz? Tabii ki gidecektim, gitmek zorundaydım.’ dermiş. Bu gerçeklerin hepsini kitaplaştırarak ve filme çekerek mutlaka anlatmak lazım.” ifadelerini kullandı.

    Konferansın sonunda Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş’a Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kamil Gürel tarafından teşekkür belgesi takdim edildi.

    Önceki İçerikYüksek Etkili Dergilerde Yayınlanma Stratejileri Semineri
    Sonraki İçerikBAİBÜ Kalite Komisyonu ve Kalite Alt Komisyonları KAP Hazırlık Çalıştayı Yapıldı