Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi (BAİBÜ) 2020-2021 Akademik Yılı Çevrimiçi Açılış Töreni’nde, Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Üyesi Dr. Murat Yılmaz, “Karabağ’daki Zaferin Stratejik Sonuçları ve Türkiye’yi Kuşatma Planlarının Çöküşü” konusunda ilk dersi verdi.
Son 8 senedir Türkiye’nin, çok ciddi iç ve dış politikalarla karşılaştığını vurgulayan Dr. Murat Yılmaz, “Milli Mücadele’den bu yana ortak bir payda içerisinden baktığımızda bu durum, Türkiye’nin milli egemenliği ve milli menfaatleridir. Bunların korunmasını esas alan, Türkiye’deki iktidarıyla muhalefetiyle herkesi rahatsız eden bir kuşatma hali söz konusu. Bunun, iç ve dış politikada muhtelif ayakları karşımıza çıktı. Bunlarla ilgili farklı bakış açıları olabilir, bunları ayıklayarak konuşuyorum. Tabii ki bu tür ihtilaflar, demokrasinin ve toplumun dinamizmini temin eder. Türkiye, bu olgunluğa erişmiş bir ülkedir. 200 yıl gibi uzun bir süredir devam eden modernleşme çabalarının sonucunda, çok partili hayatı, demokrasinin icaplarını içselleştirmiş bir olgunluk içerisindedir. Bunların dışında kalan kısma baktığımızda, dünyada Soğuk Savaşı takiben yaşanan gelişmeler neticesinde, Türkiye’nin etrafında dondurulmuş kriz konuları ki Karabağ’da bunlardan biri, yeniden gündeme geldi. Bu çerçevede oluşan stratejik boşluk, Türkiye’nin eski Osmanlı coğrafyasında, aynı zamanda tarihi, kültürel, demografik ilişkilerinin yoğun bir şekilde devam ettiği bölgelerde karşımıza çıktı ve Türkiye, bu oluşan boşluk karşısında milli menfaatlerini koruyacak bir performans sergilemeye başladı.” dedi.
“Türkiye, Milli Menfaatlerini Korumak Azminde ve Kararındadır.”
Türkiye’nin bu performansının, ister istemez hem bölgedeki kimi aktörlerle hem de ne yazık ki Batılı müttefikleriyle arasında farklı bakış açılarının ortaya çıkmasına yol açtığını kaydeden Dr. Yılmaz, “Neticede, Türkiye, milli menfaatlerini ve milli egemenliğini bazen müttefiklerine rağmen korumak durumunda kaldı. En son Amerikan Dışişleri Bakanı’nın, Paris’te yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den Karabağ’a kadar olan alandaki performansından, Türk ordusunun gücünden rahatsızlığını ifade eden konuşmasından anlıyoruz. ABD, NATO’da müttefikimiz olmasına ve yaklaşık 700 milyar dolar civarında savunma harcaması olmasına rağmen, Türkiye’nin 20 milyar dolarlık savunma bütçesiyle inşa ettiği savunma kapasitesinden rahatsız oluyor. Çünkü Türkiye, ABD ve Fransa’nın ortak olmayan milli menfaatleri söz konusu. Türkiye milli menfaatlerini korumak azminde ve kararında. Bu ülkelerin, Türkiye ile dış politikadaki mücadelelerini, Türkiye’nin içine taşıyacak birtakım hamlelerde bulunduklarını hem bugün hem geçmiş dönem itibariyle biliyoruz. Ama Türkiye, bunu da aşacak olgunlukta bir tarihi tecrübeye, birikime, devlet geleneğine, siyasi ekollerin kendi içerisinde tecrübesine sahip. Buradaki her ekolün, Milli Mücadele’ye, Selçuklu ve Osmanlı döneminden itibaren burada yerleşmiş devlet ve hukuk geleneğine bir bağlılığı var. Bu bağlılık, bizleri bir arada tutan ortak bir paydayı teşkil ediyor.” diye konuştu.
“Türkiye’nin Özellikle Ortadoğu’yla İlişkisini Kesecek Bir Hat Oluşturulmak İstendi.”
Dr. Murat Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti:
“Türkiye, bu stratejik boşluktan istifade ederek, bir yandan mücadele ederken, diğer yandan Türkiye’yi oluşan bu siyasi boşluktan uzak tutmak için çok ciddi birtakım hamleler gerçekleşti. 100 yıl sonra, bu Sykes-Picot’ta olduğu gibi bölgeyi yeniden tanzim etmek isteyen ve esas itibariyle İsrail’in çıkarlarına göre tanzim etmek isteyen bir senaryo çerçevesinde, bugün Arap Baharı denilen, Arap ülkelerinde demokrasi isteyen hareketlerin, nasıl ezildiğini ve bunun neticesinde iç savaşların, darbelerin yaşandığını hatırlayalım. Bu senaryo çerçevesinde, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’yla ilişkisini kesecek bir hat oluşturulmak istendi. Bu hat aynı zamanda, Türkiye’yi de tehdit edecek yeni bir oluşumun ortaya çıkmasıyla, yeni bir yapılanmayı esas alıyordu. Suriye ve Irak’ın parçalanması neticesinde oluşacak bir yapılanmadan bahsediyoruz. Türkiye, bununla mücadele etmeye yöneldi. Bu aktörlerle iş birliğini tercih eden fethullahçı terör örgütü, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne yöneldi. 17-25 Aralık darbe teşebbüsü gibi daha önce de yaptıkları hepimizin hatırında. Şubat 2012’de, MİT Müsteşarına ve Başbakan’a, dolayısıyla devleti ele geçirecek bir hamle içerisinde olduklarını gördük. Keza yine onlarla iş birliği halinde PKK terör örgütünün nasıl bir saldırganlık içerisinde, Ankara’nın göbeğinde, İstanbul’da kitle kıyımları yaptığını gördük. Bütün bunlarla Türkiye, çok ciddi, olağanüstü bir mücadele yürüttü ve neticede 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, kendilerince bu mücadeleyi yürütemeyeceğini düşündükleri Türkiye’nin en önemli dış politika araçlarından biri olacak Türk Silahlı Kuvvetlerini devreden çıkardıklarını düşündüler. Halbuki 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin yaptığı reformlar ve aynı zamanda hem idarenin hem de milletimizin orduya çok kısa süre içerisinde sahip çıktığını gösteren gayretleri neticesinde Türk Ordusu, darbe teşebbüsünden hemen sonra, Ağustos ayında, Irak’ta Fırat Kalkanı Harekatı’nı gerçekleştirerek, kuşatmayı kabul etmeyeceğini, bununla sadece içeride değil dışarıda da mücadele edeceğini göstermiş oldu. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı yeni güvenlik doktrini çerçevesinde, Türkiye’ye yönelik tehditlerin sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, bulundukları yerlerde bertaraf edilmesi esasına dayanan bir doktrin ilan edildi. Bu çerçevede de, Fırat Kalkanı Harekatı’nın yanında 3 harekat daha gerçekleşti. Böylece orada oluşturulmak istenen PYD adı altında terör koridoru ve yapılanmasının önüne geçildi. Bu, Irak’ta yürütülen operasyonlarla çok ciddi başka bir noktaya taşındı. Bugün Irak’ta PKK terör örgütü, istediği türden hareketleri eskisi kadar gerçekleştiremiyor ve Irak’taki hem merkezi hem federal yönetim, Türkiye ile iş birliği halinde PKK’nın belli alanlardan temizlenmesine yönelik yeni bir hamle içerisinde. Türkiye, operasyonlar ve diplomasi sayesinde bunu da başardı.”
“Türkiye, Doğu Akdeniz’de, Bölgesel Bir Güç Olarak Kendi Milli Menfaatlerinin Hilafına Bir Gelişmeye İzin Vermedi.”
Türkiye’nin bütün bunları takiben ciddi bir Doğu Akdeniz problemi ile karşılaştığının altını çizen Dr. Yılmaz, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin, kara alanına hapsedilmek suretiyle hidrokarbon kaynaklarını kullanamaz, oyundan tamamen dışarı atılmış bir aktöre dönüştürülmek istendiğini ifade ederek, “Nitekim 15 Temmuz öncesinde Türk Ordusu’na yönelik bu fethullahçı terör örgütünün yapılanması da, 15 Temmuz darbesinin aynı zamanda Türkiye’yi Doğu Akdeniz denkleminden çıkarmak amacına yönelik olduğunu bugün artık çok net görüyoruz. Türkiye, burada, hem enerji filosu oluşturarak, teknik ve araştırma sondaj gemileriyle, dünyada sayılı aktörlerden biri oldu; aynı zamanda onlara Deniz ve Hava Kuvvetlerinin ciddi desteği ile bu meydanda bayrak gösterecek bir imkân sundu. Türkiye, hali hazırda burada bu bayrağı gösterdi ve bölgedeki aktörlerin ittifakının yanı sıra, Fransa’nın onlara destek verme gayretiyle ortaya çıkan yeni durum, Fransa’nın bölgeyi terk etmesiyle sonuçlandı. Dolayısıyla Türkiye’nin burada, bölgesel bir güç olarak kendi milli menfaatlerinin hilafına bir gelişmeye izin vermeyeceğini fiilen gösterdi.” şeklinde konuştu.
“Ermenistan, Fransa’nın Tahrikiyle, Türkiye’yi Kafkaslarda Rahatsız Edecek Yeni Bir Hamleyle Karşımıza Çıktı.”
Konuşmasında Libya’da yaşanan gelişmelere de değinen Dr. Yılmaz, “Çok önemli bir stratejik kazanç da, Türkiye’nin Libya’da yaptığı anlaşma oldu. Bu anlaşma, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin elini rahatlattı. Diğer yandan da, Libya’daki meşru hükümetin, gerçekleştirilen askeri eğitim ve iş birliği anlaşması çerçevesinde korunması sayesinde, Libya’yı, Suriye gibi bir iç savaşın içine, parçalanmaya düşmekten kurtardı. Bu stratejik başarı, hem Batı’da hem de bölge aktörleri arasında, bir yandan şaşkınlıkla bir yandan gıptayla karşılandı. Türkiye’nin bu alanda oluşturduğu tecrübe karşısında, Fransa’nın ne kadar sert ve Türkiye’yi rencide edecek bir söylem içerisinde olduğunu gördük. Fransa, Libya ve Doğu Akdeniz’de yaşadığı başarısızlığı hazmedememişken, Türkiye’yi Karabağ konusunda rahatsız etmek üzere, bilhassa Ermenistan’ı tahrik etti. Ermenistan, ne yazık ki, bu tür tahriklere çok açık bir yapılanma, gerçek bir devlet olsa bu yaptığı hataları, bu kadar çok tekrar etmezdi. İnşallah bu hataları yapmayacak düzeye gelir ve böylece Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, bölgedeki diğer ülkelerle birlikte Kafkasları bir barış ve iş birliği bölgesine, refah bölgesine dönüştürür ama ne yazık ki Ermenistan bu tahriklere kapılarak, Türkiye’yi Kafkaslarda rahatsız edecek yeni bir hamleyle karşımıza çıktı. Bilhassa Azerbaycan ve Türkiye ilişkileri açısından hayati önem taşıyan bölgeye saldırılar gerçekleştirdi. Bu bölge, karayolu, demiryolu ve enerji nakil yolları açısından stratejik bir ehemmiyette ve işgalci Ermenistan, bu bölgeleri rahatsız edecek, ulaşım alanlarını kontrol edecek ve hatta yeni alanlar işgal edebilecek bir güce sahip olduğu yanılgısı içerisinde bir hamlede bulundu. Türkiye’nin, Suriye ve Libya’da askeri alanda gösterdiği, belki birkaç yüzyıldır ilk defa yakaladığı, ileri teknoloji kullanma ve buna bağlı geliştirdiği askeri doktrin ve bunu çok kısa sürede Azerbaycan ordusuna aktarması sonucu, Ermenistan’ın çok ciddi ve ağır bir yenilgi almasına sebep oldu. Bu ağır yenilgi, bugün Ermenistan’da hâlâ sarsıntıları devam eden siyasi problemlere ve aynı zamanda dış politika problemlerine yol açtı.” ifadelerini kullandı.
“Türkiye, Kendisini Kafkaslarda Kuşatmak ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile İlişkisini Koparmak Üzerinden Tehdit Edenlere Net Bir Cevap Verdi.”
Azerbaycan’ın, bütün tahminlerin hilafında, Karabağ ve etrafındaki bölgelerde 44 günde ateşkes sonucunu aldığını, bu sonucun bugün tek kurşun atılmadan Ağdam’ın Ermenistan tarafından muzaffer Azerbaycan ordusuna terk edilmesinden anlaşıldığını vurgulayan Dr. Yılmaz, özetle şunları kaydetti:
“Azerbaycan’ın topraklarını kurtardığı çok açık, ama kazançları bunun çok ötesinde. Çünkü Azerbaycan, savaş boyunca şunu gösterdi: İlki, Azerbaycan, silahlı kuvvetlerini modernize etmenin ötesinde çok ciddi bir devlet kapasitesi inşa etmiş durumda. İkincisi, Azerbaycan milli kimliğine yönelik zaman zaman ortaya çıkan sorgulama veya tahrikleri aştı ki, bu bazen bazı etnik gruplar, bazen nesebi birtakım hamleler üzerinden olabiliyordu. Azerbaycan, müşterek milli kimliğini tartışma konusu yapmayacağını, bunun ne kadar güçlü olduğunu, gerçekleştirilen harekâtın arkasındaki milli destekle ve bunun zafere ulaşmasıyla bir kere daha göstermiş oldu. Üçüncüsü, Azerbaycan, rejimini tartışma konusu yapabilecek birtakım manipülatif hamlelerin önüne geçti. Azerbaycan’daki rejimin, bu zaferle beraber kalıcı olduğu karara bağlandı. Bu aynı zamanda Azerbaycan’ın ne kadar büyük bir ekonomik güce sahip olduğunu da gösterdi. Bu güç, işgalin gerçekleştiği 30 yıl içerisinde, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki farkın oluşmasını temin etti. Petrol ve doğalgazın, Bakü-Ceyhan’a akmasıyla beraber, Azerbaycan, bu zenginliği, müşterek milli kimliğinin güçlenmesi ve devlet kapasitesinin inşa edilmesi için kullandı ve bütün bunları Türkiye ile yakın iş birliği içerisinde gerçekleştirdi. Türkiye ile yakın iş birliğinin, bölge ülkeleri açısından ne kadar büyük bir kazanca dönüştüğünü gösterdi. Azerbaycan’ın beşinci siyasi-stratejik kazancı, Nahçıvan ile Azerbaycan’ın bütünlüğünü tesis edecek koridoru oluşturmuş olması. Buradaki ulaşım ve iletişim koridorunun yeniden açılacak olması, Azerbaycan’ın bütünlüğünü temin edecek ve bu bütünlük, Nahçıvan’dan, Türkiye veya başka bir yerden gelen aracın veya demiryollarının, Azerbaycan ve Orta Asya içine kadar gidebileceği kesintisiz bir yeni karayolu ve demiryolu güzergâhı oluşturacak. Bunun, bütün bölge ülkeleri ile beraber Azerbaycan’ın da lehine olduğunu, Azerbaycan’ın ekonomisinin zenginleşmesi ve petrol ve doğalgaz dışında çeşitlenmesine imkân verecek bir koridor olduğunun altını çizelim. Yedinci olarak, bölgede Azerbaycan’ı rahatsız eden bir aktör olarak ortaya çıkan İran’ın gücü, bütün bu operasyonların neticesinde azalmış oldu. Son olarak, bölge ülkelerini manipülatif bir şekilde etkilemek isteyen Batılı güçlerin, Ermenistan üzerindeki güçleri kırılmak suretiyle, özellikle Fransa başta olmak üzere bölge ülkelerinin rejimlerini tahrik etmek isteyen ülkelerin gücü kırılmış oldu. Türkiye, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Kıbrıs, Suriye, Irak ve nihayet Azerbaycan’a gelen kuşatma hattında, bu kuşatma hattının en zayıf olan yerinde, Fransa’nın tahrikleri ve Ermenistan’ın yanlış hesabı nedeniyle çatışmanın ortaya çıktığı yerde, kuşatmayı yardığını gösterecek çok net bir pozisyon ortaya koydu. Türkiye, sahaya çıkmadan, Azerbaycan ordusunu, geçmiş dönemdeki eğitimin ötesinde ileri teknolojiyle ve aynı zamanda çok kısa sürede bunları kullanabilecek düzeyde eğitmek suretiyle başarısını temin etmiş oldu. Böylece Türkiye, kendisini Kafkaslarda kuşatmak ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkisini koparmak üzerinden tehdit edenlere net bir cevap verdi. Ermenistan, ağır bir başarısızlığa uğrarken, 30 yıldır ortadan kalkmış olan Nahçıvan-Azerbaycan koridorunun kurulmasıyla, bu koridordan istifade edecek en önemli aktör olan Türkiye’nin önünde hem Nahçıvan’dan Azerbaycan’a doğrudan hem Orta Asya’ya hem aynı zamanda Çin’e kadar ulaşacak yeni bir demiryolu ve karayolu güzergâhı elde etti. Türkiye, bu güzergâhın yeniden açılması için hemen alt yapı çalışmalarına başladı. Bugün Ermenistan olmadan, Kafkasların kuzeyinde, şimdi güneyinde gerçekleşecek ve bütün bunların çok önemli ticari sonuçları olacak. Bu, ithalat ve ihracatta hacmin büyümesi ve fiyatların düşmesi anlamına geliyor. Ama bundan daha önemli olan, Türkiye’nin stratejik anlamda kendi etrafındaki kuşatmayı kırmış olması ve mücadeleye girdiği her alanda kendisine karşı ortaya konulan oyunu bozabilecek, yeni oyun kuracak bölgesel bir güç olduğunu ispat etmiş olması. Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Karabağ zaferini müteakiben yaptığı açıklamalardan anlıyoruz ki, Türkiye bu zaferden sonra, tıpkı Karabağ’da oluşan anlaşma zeminindeki gibi Suriye, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Libya’da görüşmelere açık ve bu dosyaları da Karabağ’daki gibi iş birliği ve anlaşma zeminine taşımaya açık bir yerde duruyor. Eğer bölgesel aktörler, bilhassa Rusya ve Batılı müttefiklerimiz, Türkiye’nin bu çağrısına yakın bir yerde dururlarsa, Türkiye bunları bütün ülkelerin istifade edebileceği bir iş birliği ve refah projesine dönüştürmeye hazır olacak.”
“Türkiye, Bu Uzun Mücadeleleri Müteakiben Yeni Bir Reform Sürecine Girmiştir.”
“Türkiye’nin bu uzun mücadeleyi müteakiben yeniden bir yandan iç politikada diğer yandan dış politikada ve nihayet özellikle ekonomik alanda, tüm bu mücadelenin neticelerini devşirecek bir reform sürecine gireceği yeni bir döneme gelmiş durumdayız.” diyen Dr. Yılmaz, konuşmasını “Türkiye, etrafında kurulmak istenen bu büyük kuşatmayı sona erdirmek suretiyle, Türkiye’yi tecrit etmek, böylece bölge halklarının aleyhine devletlerin, ülkelerin parçalandığı Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgazın, yine 100 yıl öncesinde olduğu gibi emperyalist ülkelerin şirketlerinin menfaatleri esasında paylaşıldığı yeni bir paylaşım düzenine izin vermeyeceğini göstermiştir. Türkiye, bölgesel bir güç olarak sadece kendisinin milli menfaatleri ve milli egemenliği için değil, bütün bölge ülkelerinin menfaatlerini ve egemenliğini koruyacak bir çerçevede duruş sergilemiştir. Bunların, Türkiye’nin bu uzun mücadelesinde verdiği şehitler, gaziler, burada milletimizin olağanüstü fedakârlığı, seçilmiş yöneticilerin feraseti ve aynı zamanda her düzeydeki devlet bürokrasisinin bu mücadeledeki olağanüstü performansının bir neticesi olduğunu görüyoruz. Bu neticeler çerçevesinde Türkiye, bütün saldırılara ve devlet kapasitesinin çökertilmek istenmesine rağmen, devlet kapasitesinin çökmesi bir yana, eskisinden çok daha güçlü bir devlet kapasitesi üretebilen ve bunu kendi kendine devam ettirebilen, bunun için argümanlara sahip güçlü bir ülkedir.” diyerek tamamladı.