BAİBÜ’de “Türkiye’de Darbeler ve 15 Temmuz” Konulu Video Konferans Düzenlendi

    Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü tarafından, 15 Temmuz hain darbe girişiminin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı tutumu ve milletimizin dik duruşuyla bertaraf edilmesinin 4’üncü yıldönümünde, “Türkiye’de Darbeler ve 15 Temmuz” konulu video konferans gerçekleştirildi.

    15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü 2020 yılı faaliyetleri kapsamında düzenlenen video konferansı, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Budak verdi.

    Prof. Dr. Mustafa Budak, sözlerine “15 Temmuz, kendini dinî olarak tanımlayan bir grubun, bürokratik uzantılarının yardımıyla, ordu içindeki kendi mensuplarına gerçekleştirmeye çalıştıkları silahlı bir eylemdir. Bu eylemi anlayabilmek için, 300 yıllık modernleşme tarihimizde asker-siyaset ilişkilerini değerlendirmemiz gerekiyor.” diyerek başladı.

    15 Temmuz’un aslında 2008’den itibaren mevcut iktidar partisine yönelik bürokratik darbe girişimlerinin sonucu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Budak, özetle “Parti kapatma davaları, yine Gezi olayları iktidara yapılan girişimlerdir. 17-25 Aralık 2013 olayları, yine bu sözünü ettiğimiz yapı, fetö, paralel devlet yapılanması ne dersek diyelim, emniyet ve yargıdaki güçlerini kullanarak, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları gerekçeleriyle, iktidar partisine yönelik operasyona girişmiş ve bu süreçte o zamanın Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanının kararlı tutumları içerisinde bunlar etkisiz hale getirilmiştir. O tarihten itibaren paralel devlet yapılanması bu grupla, mevcut iktidar arasında bir mücadele başlayacaktır. Bu mücadelenin en üst noktaya çıktığı dönem, 15 Temmuz darbe girişimi olacaktır. Darbe girişimi 4 yıl önce yapıldığı için henüz anılar taptazedir, canlıdır, yaşayanlar hayattadır. O dönemde ne yazık ki 250 şehit, 2000’den fazla gazimiz olmuştur.” dedi.

    “15 Temmuz darbe girişimi, Türk darbe geleneğinde rastlanan darbelere benzemekle beraber, yani silahlı bir grubun eylemi olması dışında, sivil bir örgütün hedeflerini gerçekleştirmek amacını taşıması bakımından farklıdır ve bir ilktir. En belirgin ve ayırıcı özelliği budur.” diyen Prof. Dr. Budak, sözlerine özetle şöyle devam etti:

    “15 Temmuz, Tek Kelimeyle, Vatan ve Millete Karşı Bir Hıyanetin İfadesidir.”

    “İkincisi, Türkiye’deki darbeler genellikle TSK adına emir-komuta içinde yapılmıştır. Bu başarısız darbe girişimi, bütün ordunun değil asker görünümlü bir grubun emir-komuta içerisinde gerçekleştirmeye çalıştığı bir silahlı eylemdir. Üçüncüsü, ilk defa öncekilerde görünmeyen şekilde, devletin en yetkili kişisine karşı, Başkomutan ve Cumhurbaşkanına yönelik suikast girişiminde bulunulmuş, TBMM’ye bomba atılmış, vatandaşların üzerine ateş açılmıştır. Tek kelimeyle bu, vatan ve millete karşı bir hıyanetin ifadesidir. Hiçbir darbede bunlara rastlanmamıştır. Özellikle Cumhurbaşkanına yönelik suikast girişimi, tehdit etmek, uyarmak amaçlı değil, bizzat öldürme amaçlıdır. Bu yönüyle, çok açık söylüyorum, ABD’nin 3’üncü Dünya ülkelerine yaptırdığı darbelere benzemektedir. Görüyoruz ki oradaki darbelerle aynı işlem yapılıyor. Bu süreçte, Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlı tutumu da, liderlik tutumu da ayrıca belirtilmesi gereken husustur.”

    Prof. Dr. Budak, sözlerini özetle şöyle sürdürdü:

    “15 Temmuz Sadece Askeri Darbe Girişimi Değil, Aynı Zamanda Türkiye’yi Bir İşgal Girişimiydi.”

    “Liderlerin önemli özelliği, herkesin sessiz kaldığı, karar veremediği, harekete geçemediği bir dönemde ayağa kalkıp haykıran ve tepkisini koyan kişidir. Sayın Cumhurbaşkanımız da 15 Temmuz gecesi, liderliğini ve kararlı tavrını göstererek, bu darbenin başarısız olması noktasında halka bir çağrı yapmış, onları meydanlara davet etmiştir. Bu davet, darbecileri de endişelendirmiştir. Arkasından Diyanet İşleri’nin vermiş olduğu bütün camilerde selâların okunması emri, darbecileri psikolojik olarak da bitiren iki önemli hamle olmuştur. Bu da ilk defa bu yönüyle Türkiye’nin darbe tarihinde ilklerden biri olacaktır. Yine kanaatimiz odur ki, 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye, güneydoğu sınırından bir işgale maruz kalacaktı. Bugünkü terör örgütünün uzantıları, bu paralel devlet yapılanması unsurları ile birlikte dolayısıyla ABD ve bazı devlet güçleri, Türkiye’nin güneydoğusundan Türkiye’yi işgal hareketine girişeceklerdi. Bu da 15 Temmuz’un sadece basit bir askeri darbe olmadığını, bir işgal girişimi olduğu gerçeğini de bize hatırlatmaktadır.

    15 Temmuz, bir ABD darbesi ve işgal girişimidir. Darbe girişiminin en önemli sonuçlarından biri, Türkiye’de yıllardır hem Milli Görüş hem Ülkücü gelenek ve bunların siyasi partileri, zaman zaman iş birliği yapmışlardır. 15 Temmuz darbe girişimi göstermiştir ki, bu sadece siyasal iktidara değil, Türkiye Devleti’ne yapılan bir darbedir ve bu sebepten dolayı iki parti, devlet aklında buluşmuştur. Bir başka deyişle devlet aklı neyse, devlet bugünkü Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’ni birleştirmiş ve Cumhur İttifakı’na dönüştürmüştür. Devletin temel meselelerinde, iç ve dış politik gelişmelerinde birlikte hareket eden bir hale dönüştürmüştür. Bu da 15 Temmuz darbe girişiminin en önemli siyasal sonucudur, en hayırlı sonuçlarından biridir. Gazi Meclisin o gece ki tepkisi de takdire şayandır. Son olarak, 15 Temmuz gecesi yapılan bir askeri darbedir, bir işgal girişimidir, Amerikan patentli bir darbe ve işgal girişimidir. O gecede şehit olan vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize selam ediyorum.”

    15 Temmuz hain darbe girişiminin 4’üncü yıldönümünde “Türkiye’de Darbeler ve 15 Temmuz” konulu video konferans veren Prof. Dr. Budak, Osmanlı’dan günümüze, Türkiye’deki darbe süreçlerinden ve askerin siyaset üzerinde egemenlik kurma faaliyetlerinden örnekler de verdi.

    “Meşrutiyet Döneminde, Ordunun Devlet Yönetimine Çok Açık Müdahalelerini Görüyoruz”

    3. Selim’den 2. Mahmut’a, Sultan Abdülaziz’den 2. Abdülhamit’e karşı girişilen faaliyetler hakkında ayrıntılı bilgi veren Prof. Dr. Budak, özetle “Kısa sürse de Meclis-i Mebusan ve Meclis’i Ayan döneminin başlamış olması, bir başlangıcı teşkil etmiştir. Fakat 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinin patlak vermesi, bu süreci sekteye uğratmış. 2. Abdülhamit’in çok büyük imar faaliyetleri, eğitim alanındaki çalışmaları, bunların hepsi birer hakikattir, doğrudur. Yerli ve yabancı birçok araştırmacı iki şey söylerler: 2. Abdülhamit, 19’uncu yüzyıl modernleşmesinin en büyük padişahlarından biridir ve devletin son dönemlerinde, Sultan Reşat’ı ve Sultan Vahdettin’i dikkate aldığımızda, gerçek anlamda son padişah olduğunu ifade ederler.

    Meşrutiyet’in ilanı, arkasından 1912 yılında Halaskar Zabıtan hareketini, Bab-ı Ali baskınını ve Mahmut Şevket Paşa’nın yani 1908’den 1913’e kadar olan dönemdeki bu 4-5 eylemin gerçekleştiğini görürüz. Yani askerin, siyasete devlet yönetimiyle müdahalesini görmekteyiz. Özellikle 21 Haziran 1912’de Halaskar Zabıtan hareketinde, devlete bir muhtıra dahi verebilecek cesareti kendilerinde görmüşlerdir. Yani Meşrutiyet döneminde, daha sıklıkla ordunun devlet yönetimine çok açıktan müdahalelerini görmekteyiz.” ifadelerini kullandı.

    Konuşmasında, Türkiye tarihinde önemli dönüm noktaları olduğunun altını çizen Prof. Dr. Budak, özetle şunları anlattı:

    “Cumhuriyet dönemine baktığımızda, bir bakanlık olan Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti, bir başkanlığa dönüştürülmüştür. Devletin içinde bürokratik bir yapıya dönüştürülmüştür. Bunun altını çizmemizde fayda vardır. Aynı şekilde, 1944 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın müstakil hali kaldırılarak Başbakanlığa bağlanmıştır. Aynı dönemde artık savaş bitmiş, savaş sonrası ekonomik ve siyasal düzen kurulmaya başlanmış, Avrupa Konseyi oluşmuş, Batı dünyasının kurumlarının inşa edilmeye başladığı bir dönem içerisinde Türkiye’de siyaset demokratikleşme çabalarına yönelmiştir. Bu kapsamda 1946 yılında Demokrat Parti’nin kurulması ile Türkiye çok partili siyasal hayata geçmiştir. Bu süreçte 1949 yılında Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bir daire başkanlığı olarak bağlanmıştır. Bütün bu girişimlerin askeri, sivil otoritenin emri altına alma girişimleridir ve daha ziyade Batı dünyasından yapılan telkinlerin bu düzenlemelerde etkili olduğu hususudur.

    “Demokrat Parti’nin Aldığı Kararlar, Özellikle Askeri Cenahtaki Kişileri Rahatsız Edecektir.”

    1950’de Demokrat Parti, Türkiye’deki tek parti iktidarına son verecek ve tek başına iktidar olacaktır. İktidar olur olmaz ilk icraatı, milletin özlemle beklediği önemli gelişme ezanın aslına döndürülmesidir, yani  Türkçe ezan yerine Arapça ezan kabul edilmesidir. Şu anda Ayasoyfya’nın cami olarak ibadete açılmasının yaratmış olduğu heyecanın belki daha fazlası, Arapça ezanın serbest kalmasıyla yaşanmıştır. Arkasından Köy Enstitülerinin kapatılması, bunların Öğretmen Okuluna döndürülmesi, okullarda din derslerinin okutulmaya başlanması, imam hatip okullarının açılarak dini eğitime hatta yüksek öğretimde İslam Enstitülerinin kurulmaya başlanması,  ülke içerisindeki birtakım insanları, özellikle askeri cenahtaki kişileri rahatsız edecektir.

    Hatta Demokrat Parti iktidara geldiğinde, bir grup subayın İsmet İnönü’ye giderek, isterse kendilerinin bir darbe yapacaklarını ve Demokrat Parti iktidarının devrilmesi konusunda telkinlerde bulunduklarını ama İsmet İnönü’nün bunu kabul etmediğini biliyoruz. Bu dönemde bir albay ise, yeni iktidara kendilerine karşı bir askeri darbe hazırlıkları olduğunu ihbar etmiştir. Darbenin 8-9 Haziran 1950’de olacağı ihbar edilmiştir. Bunun üzerine iktidar, orduda ciddi bir temizlik harekâtına yönelmiştir. Genelkurmay Başkanı’ndan başlamak üzere 15 general, 150 albay kısa sürede emekli edilmiştir. Tabii bu emekli edilmeler, zamanla asker içerisinde Demokrat Parti’ye olan hıncı da artırmıştır. Demokrat Parti iktidara geldiği andan itibaren ordu içindeki bazı gruplar gizli örgütlenmelere yönelmişlerdir.

    “27 Mayıs, Askerin Siyaset Üzerinde Egemenliğinin Daha da Arttığı Bir Sürecin Başlangıcı Olmuştur.”

    Askeri darbelerin sebebi ne olursa olsun, Demokrat Parti seçilmiş bir iktidar, ne kadar hatalı olursa olsun, demokratik bir iktidarın kimden gelirse gelsin, meşru ya da gayrımeşru bir kuvvet tarafından silahla iktidardan indirilmesi kabul edilemez. Bu eylem, başladığı andan itibaren anayasaya da demokratik teammüllere de aykırıdır. 27 Mayıs askeri darbesinin en hazin sonucu ise, bir başbakan ve iki bakanın idam edilmesi sonucudur. Aleyhlerindeki bütün davalar boşa çıkmıştır. 27 Mayıs, askerin siyaset üzerinde egemenliğinin daha da arttığı bir sürecin başlangıcını oluşturacaktır.”

    Prof. Dr. Mustafa Budak, 12 Mart 1971 muhtırası ve ardından 12 Eylül 1980 darbesi hakkında ayrıntılı bilgiler vererek, özetle şunları kaydetti:

    “12 Eylül 1980’e geldiğimizde terör olaylarının olduğu ortamda, sağ-sol çatışmalarını yaşadık. Bu dönem, sıkıyönetim olmasına rağmen, bütün yönetim askeriyeye verilmesine rağmen ne yazık ki terör ve anarşi önlenememiş, arkasından 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Kenan Evren yaptığı bir açıklamada, ‘daha öncede uyarılar yaptıklarını, muhtıralar verdiklerini mevcut hükümete, ama şartların olgunlaşmasını, halkın kendilerini ister bir noktaya gelmesi için beklediklerini söylemiştir. Tabii bu bekleme süresinde binlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği gerçeğinin de altını çizmemiz gerekir.

    Dış ilişkiler açısından baktığımızda 12 Eylül askeri harekatı, önemli bir yere oturmaktadır. İki somut örnek vermek istiyorum: Biri, 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalidir. Amerika, burada önemli bir mevzi kaybetmiştir. İkincisi yine 79 yılında, İran’da bir İslam devrimi yaşanmıştır. İmam Humeyni önderliğinde İran’da bir İslam devrimi yapılmıştır. Şah, ülkeyi terk etmiş ve bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Dolayısıyla Amerika, ikinci bir müttefikini, ikinci bir mevzisini kaybetmiştir. Artık Amerika için üçüncü bir mevziyi kaybetmeye tahammülü yoktur. 12 Eylül askeri darbesini iç politik gelişmeler olduğu kadar, dış ilişkiler açısından da Amerika’nın bu gelişmedeki yerini doğru tespit etmemiz gerekiyor. 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşmiş, ‘Bu süreci başaran çocukları’, bu darbeyi gerçekleştiren kişilerdir. Türkiye’ye nelere malolmuştur? Bu dönem, 80 öncesi yaşanan sağ-sol çatışması ve ondan sonra yaşanan apolitik dönem ve zindanlarda yatan insanlar, en sonunda ‘eşit olsun diye bir sağdan bir soldan insanları astık’ dedikleri olaylardır. İki isim vardır burada söylenmesi gereken, biri Erdal Eren; ikincisi ise, Mustafa Pehlivanoğlu. Allah rahmet eylesin, gençti bu insanlar ve suçsuzdurlar, bunu da ifade etmek isterim. Darbeler her zaman olduğu gibi ülkeyi geriye götürür. 12 Eylül askeri darbesi de Türkiye’yi geriye götürmüştür.”

    “28 Şubat’la Asker, Daha Güçlü Şekilde Siyasete Müdahale Eder Konuma Gelmişti.”

    “1990’larda Türkiye’de zayıf koalisyon hükümetleri dönemi başlamıştı ve askeri, daha güçlü şekilde siyasete müdahale eder bir konuma getirmişti. Bunun en üst gelişmesi 28 Şubat 1997 post modern darbesidir.” diyerek 90’lardan günümüze muhtıra ve darbe süreçlerini irdeleyen Prof. Dr. Budak, özetle şunları anlattı:

    “Haziran 96’da rahmetli Erbakan başkanlığında kurulan Refahyol hükümeti, ancak  1 yıl dayanabilmiştir bunlara. Bu süreç içerisinde özellikle Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi’nin iktidar olması, ordu nezdinde rahatsızlık yaratmış, 4’üncü güç olarak değerlendirilen medya, orduyu tahrik etmiştir. Bugün tahrik edenler ortadadır ve bunlara hiçbir şey olmamıştır. Bu süreç içerisinde Sincan’da tanklar yürütülmüştür ve en sonunda da 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu’nda dönemin başbakanı da 18 maddelik kararlar önüne konularak imzalatılmıştır. Necmettin Erbakan, imzalamak zorunda kalmış ve yapılan baskılar, o dönem içerisinde kendisine, ‘Eğer bu kararlar uygulanmazsa Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyacaktır’ denmiştir. Kendisi, Başbakanlıktan ayrılarak koalisyon ortağı Tansu Çiller’in Başbakan olmasını istemişse de dönemin darbelere maruz kalmış Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Çiller yerine Mesut Yılmaz’ı başbakanlığa getirmiş ve Türkiye’de bir 28 Şubat süreci başlamıştır. O dönem, üniversitede öğretim üyesiydim. Okula giremeyen birçok başörtülü kızlarımızın, üniversitelere giremediğini, tahsil hayatlarının yarıda kaldığını ve son sınıfa gelmiş kendi öğrencilerimi üniversite dışındaki mekanlarda sınav yaparak mezun olmalarını sağlamaya çalıştım. Memuriyetten atılanlar, üniversitelerden atılanlar, kadro alamayanlar, evliliklerini sonlandıranlar, bunlar ne olursa olsun insani değildir, kabul edilmesi mümkün değildir.

    2002’de bugünkü Ak Parti’nin iktidara gelmesi, her ne kadar Refah Partisi Milli Görüş gömleğini çıkardıkları söylense de, Türkiye’de ordu başta olmak üzere kendini sistemin muhafızı kabul eden çevreler tarafından hiçbir zaman kabul edilmemiştir. Yine okuduğumuz kaynaklarda, Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Askeri Şura toplantılarına katıldığında, kendisine memur olan kuvvet komutanları tarafından, askeri yetkililer tarafından sorgulandığını biliyoruz. Yine bu dönem içerisinde asker sürekli bir teyakkuz halinde bulunmuş, sürekli mevcut iktidar partisini nasıl etkisiz hale getirebiliriz mücadelesine girişmiştir. Bunun en somut örneklerinden biri, 27 Nisan 2007’de Genelkurmay sitesinde yayınlanan bir e-muhtıradır. Dönemin Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, bunun kabul edilemeyeceğini yüksek perdeden söylemesi üzerine bu da sonuçsuz kalacaktır ve bu süreçte iktidar partisinin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ak Parti mensubu ‘dindar kişilikli’ birinin Cumhurbaşkanı olması, Çankaya son kale tepkilerine yol açacak, Cumhuriyet mitingleri düzenlenecek, ama en sonunda milletin dediği olacaktır. İktidar partisine yönelik parti kapatma girişimleri, askerin bürokrasiyle birlikte siyaset kurumu hükümete müdahale örneklerinin birkaçıdır.”

    https://www.youtube.com/watch?v=kFsUe0jZ-XM&feature=youtu.be

    Önceki İçerikTaziye Mesajı
    Sonraki İçerikMimarlık Öğrencileri, Karacasu Projelerini Uzaktan Eğitimde Rektör Alişarlı’ya Anlattılar