BAİBÜ’de Engelliler Günü Farkındalık Paneli 

    Üniversitemiz Özel Eğitim Topluluğu tarafından 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla Engelliler Günü Farkındalık paneli düzenlendi. Panelde, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nün bir kutlama günü ya da bayram olmadığı ifade edilerek, engelli bireylerin haklarına vurgu yapıldı.

    İzzet Baysal  Kültür Merkezi Mavi Salonda saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla başlayan panele; Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aydın Him, Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Cemal Keskin, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

    Panelin moderatörlüğünü yapan Üniversitemiz Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alpaslan Karabulut, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nün 1992 yılında BM’nin almış olduğu karar doğrultusunda, engelli insanların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek ve bu sorunlara çözüm üretmek amacıyla düzenlendiğini vurgulayarak,  “Fakat özellikle sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla bugünün  bir kutlama havasına büründüğünü, bir bayram havasında geçtiğini görmekteyiz. Aslında bu bayram yapılacak ya da kutlanacak bir gün değil. Sorunların konuşulacağı, fark edileceği, ‘Ben ne yapabilirim?’ sorusuna cevap aranacağı bir gün olarak düşünülmeli.” dedi.

    “Asıl Engel, Bizlerin Kurmuş Olduğu Dünyada.”

    Görmemek ya da duymamak gibi bir uzuv kaybından ziyade, engelin günümüzde kalplerde olduğunun ifade edildiğini belirten Doç. Dr. Karabulut, “Kavramsal boyuta baktığımızda aslında engel kalplerde de değil, bizim kurmuş olduğumuz dünyada. İkincisi de, ‘O yapamaz’ ya da ‘Sen yapamazsın’ deyişi. Bu vurgu da aslında bir engel durumu oluşturuyor. Bugün onların taleplerinin ve ihtiyaçlarının farkında olma günü. Talep ve ihtiyaçlar yerine de aslında haklar dememiz gerekiyor. Onların haklarının teslim edilmesi düşüncesinden sapmamak gerekiyor. Onların yasal haklarını, onlar kadar bizim de biliyor olmamız lazım. Dolayısıyla eğitimde fırsat eşitliği vurgusu dikkat çekiyor.” diye konuştu.

    “Engelli Haklarına Yönelik En Kapsamlı İlk Düzenleme 1975’te Yayımlanıyor.”

    Açılış sunumunun ardından panele geçildi. İlk konuşmayı Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Çitil “Engelli Hakları” konusunda yaptı. Ciddi sorunlar yaşayan engelli bireylerin 1700’lü yıllara kadar hiçbir haklarının olmadığını kaydeden Doç. Dr. Çitil, özetle “1700’lerden itibaren ufak tefek eğitim girişimleri başlıyor. Bu girişmler ancak 1800’lerin sonlarına doğru bir olgunluğa ulaşabiliyor. Daha çok görme ve işitme engellilere yönelik çalışmalar yapılıyor. 20’nci yüzyıl başlarında eğitim başta olmak üzere engelli hakları sunulsa da, 2. Dünya Savaşı ile beraber bu durum tekrar tersine dönüyor. BM kurulduktan sonra 1950’lerde engellilerle ilgili düzenlemeler yapılıyor. Ama en kapsamlı düzenleme olan Dünya Sakat Hakları Bildirgesi 1975 yılında yayımlanıyor. Yani biz, bu tarihten itibaren engelli haklarından bahsedebiliyoruz aslında.” ifadelerini kullandı.

    “Otizm Spektrum, Öğrenme Güçlüğü ve Hiperaktivite Bozukluğu Bu Yüzyılda Daha Yaygın.”

    “Gelişmekte olan ülkelerde yüzde 12, gelişmiş ülkelerde yüzde 10 oranında engelli nüfustan bahsediliyor. Bu, doğru bir oran değildir.” diyen Doç. Dr. Çitil,  özetle “Türkiye’ye baktığımızda yüzde 10 oranı dersek, 10 milyon engelliden bahsetmiş oluruz. Halbuki bizim veri tabanımız var. Bu veri tabanına kayıtlı engelli bireylerin sayısı 2, 2.5 milyon civarında. Kayıtlı olmayanlarla beraber yüzde 100’lük bir artış yapsak bile, maksimum 5 milyon engelli vatandaşımız olduğunu söyleyebilirim. Bunun yaklaşık 1.5 milyonu da süreğen hastalığı olanlar. Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar dediğinizde bu rakam değişiyor. Bugün örgün eğitimde 500 bine yakın özel eğitime gereksinim duyan öğrenci var. Bunda da yetersizlik türleri çok belirleyici. Her yetersizlik türü, farklı gereksinimlere farklı sorunlara sahip. Otizm Spektrum, öğrenme güçlüğü ve dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu bu yüzyılda daha yaygın. Mesela bu 500 bin özel eğitime gereksinim duyan öğrencinin 250-300 bini tahmin ediyoruz ki öğrenme güçlüğü. O yüzden engelli dediğimizde sadece aklınıza görme, işitme ya da ortopedik yetersizlik gelmesin. Çok farklı yetersizlik türlerinin bir arada olduğu, geniş bir alana yayılmış durumdan bahsediyoruz.” şeklinde konuştu.

    “Yetersizliği Engele Dönüştüren Toplumsal Düzenlemelerdir.”

    “Bir yetersizliği engele dönüştüren toplumsal düzenlemelerdir.” vurgusu yaparak konuşmasını sürdüren Doç. Dr. Çitil, özetle şunları kaydetti:

    “Ortopedik engelli bir birey yürüyemiyor olabilir. Yani bir yetersizlik durumu yaşıyor olabilir. Ama evinden çıkıp bu panele gelebiliyor ya da sahneye çıkıp konuşma yapabiliyorsa o zaman biz onu engelli saymıyoruz. Özellikle adalete erişim ve haklar konusunda güzel bir bulgu var. Bir ülke, engelli vatandaşları için çok güzel haklar ortaya koysa da, o vatandaşlar bu hakları bilmiyorsa ortada bir hak da olmuyor. Bir boyutu daha var: Siz bu hakları o vatandaşlara öğretseniz de, bu hakları savunabilme, bu hakları talep etme noktasında da sorunlar var. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, engelli bireyler ve aileleri maalesef bu haklara yeterince ulaşamıyorlar, bilmiyorlar ya da hakları yendiğinde bunu savunamıyorlar. Örneğin, çocuklar okula başlıyor, başka aileler çocuğu sınıfta istemiyor. Çocuk, özel eğitim sınıfına ya da özel eğitim okuluna gönderiliyor. Aslında çocuğun akranlarıyla bir arada olması, akranlarıyla öğrenmesi gerekiyor. BM Engelli Hakları Sözleşmesi buna salık veriyor. Bu aileler, hukuki yollara başvuramıyor, itiraz edemiyor. Doğal olarak tüm bunlar çocuğun eğitim hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Adalete erişim ve haklar konusunda çaba gösterilmesi lazım.”

    “3 Engelliden Biri, Engelli Olmayan Bireylerle Eğitim Almak İstemiyor. Bu Araştırılması Gereken Bir Durum.”

    Engelli bireylere çok iyi bir eğitim versek bile istihdam edip topluma üretken bir birey olarak katamadığımıza dikkat çeken Doç. Dr. Çitil, özetle “Bu da maalesef ülkemizdeki temel sorunlardan biri. 3 engelliden biri, engelli olmayan bireylerle eğitim vb. bir alanda bir araya gelmek istemiyor. Bu araştırılması gereken bir durum. Son yıllarda engelli vatandaşlarımızla ilgili toplumsal duyarlılık arttı, faaliyetler arttı, özellikle yeni binalarda fiziksel düzenlemeler yapılmaya başlandı ama engelli vatandaşlara yaklaşım ve davranış konusunda yanlışlıklar var. Engelli vatandaşlar bizim acıyacağımız, üzüleceğimiz, yardım edeceğimiz, bizden daha aşağıda olan bireyler değil; bu toplumun eşit, hür vatandaşlarıdır. Onların hakları bizler için eşitsizlik yaratmaz.” vurgusunu yaptı.

    Otizm Spektrum Bozukluğu

    Otizm ve Spektrum Bozukluğu konusunda sunum yapan Hacettepe Üniversitesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Gökhan Töret ise otizm spektrum bozukluğunun erken dönemde ortaya çıkan, karmaşık ve nörogelişimsel bir bozukluk olduğunu belirterek, “Otizm spektrumda 56 çocukta 1 yaygınlık oranını aslında otizm davranışlarının görüldüğü insan sayısı olarak kabul etmemiz gerekiyor. Yoksa her 56 çocuktan biri otizm spektrum tanısı almıyor.” dedi.

    “Temel Problem, Geç Tanı Konması.”

    Hepimizde otizm davranışlarının görüldüğünü anlatan Dr. Öğr. Üyesi Töret, özetle “Görülme sıklığının artmış olmasının sebebi, tanı araçlarının artması ve yaygınlaşması. Bu alanda yeterli uzman isim yoktu. Otizm spektrum, multidisipliner bir alan. Tıp, Mühendislik, Bilişim gibi alanlarla ortak çalışmalar yapılıyor. Dolayısıyla yeni tanı araçları ortaya çıktı ve artık daha kolay tespit edilebiliyor. Farkındalık arttı. Temel problem, geç tanı alınması. Aynı zamanda doğru bilinen yanlışlar var. Örneğin erkek çocukların geç konuşuyor gibi kabul edilmesi. Otizm spektrum bozukluğu daha çok erkeklerde görülüyor. Ortalama 8 ayda tanı konuyor. Aile doktorundan çocuk doktoruna, işitme testinden ‘Erkek çocuklar geç konuşuyor, biraz bekleyelim’ düşüncesine kadar geçen süre, çocuğun eğitimi açısından kayıp zaman oluyor.” dedi.

    “Otizm Spektrum, Dışlanmaya En Fazla Maruz Kalan Grup; Farkındalığın En Düşük Olduğu Yetersizliklerden Biri. Öğretmenler Otizmli Çocuklarla Çalışmaktan Maalesef Kaçıyor.”

    Türkiye’de otizm spektrum bozukluğu olan kaç birey olduğunun bilinmediğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Töret, özetle “Eğitim hayatı açısından baktığımızda bu grup, yetersiz gruplar arasında en fazla dışlanmaya maruz kalan grup. Gelişim hem farklı seyrediyor hem geriden geliyor. Bu grup, en az bütünleştirilen gruplardan bir tanesi. Dolayısıyla geç tanı, bütünleştirilmeme, sonrasında karşımıza daha fazla yük olarak çıkıyor. Otizm spektrumlu bireylere sadece iki saatlik eğitim, ailelerin en çok yakındıkları konu ve bunun mutlaka arttırılması gerekiyor. Öğretmen sayıları artıyor, üniversitelerde 39 aktif bölüm var şu anda ama bu sayıların da mutlaka artması gerekiyor. Otizm araştırmacılarının sayısının da artması gerekiyor. Öğretmenler otizmli çocuklarla çalışmaktan kaçıyor maalesef. Otizm spektrum bozukluğu, farkındalığın düşük olduğu alanlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Otizm spektrum bozukluğu olan bir çocuğun gelişiminin ilerlemesi için şu an elimizde olan tek seçenek eğitimsel müdahaleler. Bu çok önemli.” diyerek, bu alandaki bilimsel yaklaşımların önemine değindi.

    Dr. Öğr. Üyesi Özkubat, Öğrenme Güçlüğünün Belirtilerini Sıraladı

    Gazi Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Özkubat ise “Öğrenme Güçlüğü” konusunda sunum yaptı. Eşitlik ve kapsayıcı eğitimin önemine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Özkubat, özetle “Bu alanda temel iki kaynak var. Biri Amerikan Psikiyatri Birliği, diğeri ise Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayımlanıyor. Amerikan Psikiyatri Birliği, en az 6 ay çocuklarda okuma, yazma ve Matematikte güçlükler yaşadıklarının belirlenmesi gerektiğini belirtiyor. ‘Öğrenme güçlüğü, ilkokul yıllarında başlar.’ deniyor. Yaptığımız etkinliklerle sınırlı dilsel kapasitesini açtırmadığımız sürece öğrenme güçlüğünün anlaşılamayacağı kaydediliyor. Bu da önemli ölçütlerden biri. Bunların Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemiş olduğu ölçütlerle tutarlık gösterdiğini söyleyebiliriz. Öğrenme güçlüğünün, ruhsal ve sinirsel bozukluklardan kaynaklanmadığı ifade ediliyor. Bu da bizim için önemli çünkü böylece öğrenme güçlüğünü diğer yetersizliklerden ayırmış oluyoruz. Öğrenme güçlüğünü, klinik değerlendirmelerle muhakkak doğrulamak zorundayız. Özellikle hangi belirtilere dikkat etmeliyiz dediğimizde, çocuğun zeka düzeyi normal veya normalin üzerinde olacak. Ama mutlaka akademik becerilerde sorunlar yaşıyor olacak. Yani çocuktan beklediğimiz potansiyel başarı ile çocuğun ortaya koyduğu başarı arasında farklılık olması gerekiyor.” diye konuştu.

    “Öğrenme Güçlüğünde Müdahale Tepki Maddesini Uygulamalıyız.”

    Öğrenme güçlüğünün daha yaygın olduğuna dikkati çeken Dr. Öğr.  Üyesi Özkubat, özetle “2011 yılında 199 bin 513 öğrencimiz varken, 2021 yılında 425 binlere çıkmış durumda. Bu öğrencilerin çok büyük bir kısmı da kaynaştırma ortamında yer alıyor. Araştırmalarda, öğrenme güçlüğü ülkemizde okul çağındaki her 5 çocuktan birinde görülüyor deniyor. Biz ülkemizde çocukları yalnız zeka testlerine sokuyoruz. Bu zeka testlerinden sözel ve performans puanlarla bu çocukta öğrenme güçlüğü olduğunu söylüyoruz. Bu da öğrenme güçlüğü olmadığı halde pek çok çocuğu öğrenme güçlüğü yapmış oluyor. Aslında ne yapmak gerekir? Bu çocuklara müdahale tepki maddesini uygulamamız gerekiyor. Buna göre, ilk kademede bilimsel temelli yaklaşımları sınıf öğretmenleri tüm gruba uygulamış oluyor. Bu sayede, diğer ruhsal bozukluklar ile akademik başarısı düşük çocuklarda öğrenme güçlüklerini ilk ölçüde ayırmış oluyoruz. İkinci aşamada, destek eğitimlerle, bireysel eğitimlerle çocuğun daha da gelişmesini ve sınıf içine uyum sağlamasına çalışıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü kapsamında ulusal bir eylem planı paylaştı. Bu eylem planı ile bütünleştirilmiş eğitimin güçlendirilmesi projesine okullarımızda, pilot illerimizde uygulamaya başladık. İnşallah bu uygulamalar yaygınlaşmaya başladıkça öğrenme güçlüğü olan öğrencilerin sayısında bir durağanlaşma yaşayacağımızı söyleyebiliriz. Yoksa bu hızla gidersek 2 milyon, 3 milyon bir öğrenme güçlüğü öğrencisiyle karşı karşıya kalmış olacağız. Bu öğrencileri desteklemenin de ülkemiz için güç olacağını söylemek mümkün.” değerlendirmesinde bulundu.

    “Öğrenme Güçlüğü Konusunda Yapılan Araştırma Sayısı Az.”

    Ülkemizde öğrenme güçlüğü ile ilgili ilk araştırmaların 1970’lerde yapıldığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Özkubat, “Bu yıllardan günümüze 189 araştırma olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmaların sayısı özellikle son 10 yılda artmış. Bunların sadece 11’i doktora tezi yani bu alanda çalışan akademisyenlere ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Öğrenme güçlüğünün disiplinler arası bir çalışma gerektirdiğini de görüyoruz. Öğrenme güçlüğünün olumsuz etkilerini azaltmak için müdahale etmemiz gerekiyor. Söz konusu araştırmaların sadece 21’i müdahale içeriyor. Yani 21 tanesi bir öğretimden, yeni bir tekniğin uygulanmasından, strateji öğretimlerinden geçiyor. Müdahale uygulayan öğretmenler yetiştirmenin de bizim temel görevlerimiz arasında yer aldığını söyleyebiliriz.” dedi.

    Soru cevap bölümünün ardından Doç. Dr. Mahmut Çitil’e Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aydın Him, Dr. Öğr. Üyesi Gökhan Töret’e Üniversitemiz Özel Eğitim Bölüm Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Emine Eratay, Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Özkubat’a Özel Eğitim Topluluğu Akademik Danışmanı Arş. Gör. Hasan Hüseyin Yıldırım ve Doç. Dr. Alpaslan Karabulut’a Özel Eğitim Topluluğu Başkanı Oğuzhan Olgun tarafından teşekkür plaketleri verildi.

    Panel, toplu fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.

    Mevcut makalenin kısa URL'si : https://ajanda.ibu.edu.tr/irvr
    Önceki İçerikDiş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı Yerleştirme Sonucu İstenilen Belgeler
    Sonraki İçerikBAİBÜ Akademisyenlerinden İl Sağlık Müdürlüğü Personeline Etkili İletişim Eğitimi Verildi